Çizgilerimiz…
Sınırlarımız…
Kim olduğumuzu, neye tahammül ettiğimizi veya edemeyeceğimizi belirleyen hudutlarımız…
Şahsen yani; mikro ölçekte ne isek makroda yani, geniş kapsamlı da öyleyiz…
Ülkeler, insanlar, toplumlar…
Tek ne isek çok iken de öyleyiz.
Geçtiğimiz haziran ayında Putin batının veya Ukrayna’nın ‘kırmızı çizgileri’ ihlal etmesi halinde her şekilde ‘yanıt’ vereceğini söylemesi sonrasında gelişenler hakikaten ilginçti.
Savaştan sonra 95,2 milyar dolar kâr etmiş BP, Shell, Total, Chevron, Exxon gibi şirketlerin gölgesinde sersemce barışı aramak ne kadar makul?
Soruların ve yanıtların arayışında boğulmak gerçeği görmeye elbet mâni değil.
Putin ve Rusya aşığı birtakım insanların sürekli savaş aşkıyla höykürmesinin yanında her şeyi sorgularken buluyor insan kendini…
Rusya’nın Ukrayna üzerinde ‘hak’ iddia etmesinin manasızlığı üzerine inşa edilmiş bir savaş…
Ukrayna, Rusya’nın ilhakından sonra zayıflayacağına uluslararası arenada güç kazandı.
Rusya’nın hesabı, Batı’nın hesabı, Amerikan dış politikası allak bullak oldu desek tam yeridir…
NATO güçlendi…
Putin ne elde etti?
Dünyaya ne oldu?
Beklentiler ne?
Sorularla baş başa bulduk kendimizi…
Rus ordusu binlerce asker, tank ve general kaybetmeden ilerleyemezken küresel ölçekli ‘ayar verme’ işlemi haliyle yarım kalıyor.
Ukrayna hava sahasında uçamayan, ağır kayıp vermeden ilerleyemeyen bir Rus ordusu ilhak ettiği bir ülke üzerinden ne kadar itibar arayabilir?
Arayabilir fakat arayışında başarılı olamaz!
Her makul insan gibi, tahrik edilmemiş, tehdit unsuru sayılmayan Ukrayna ve toprakları saldırı altındayken bunu anlamlı kılmaya çalışmak ‘çizgileri aşmaktan’ başka bir şey değildir.
Rusofillerin bayılarak takip ettiği Ukrayna işgali için yapılabilecek şey nedir?
Anlamaya çalışmak?
Mukayese etmek?
İtiraz etmek!
Mukayese ediyorum ve itiraz ediyorum.
2003’teki Irak aklıma geliyor…
Putin aynı o zamanın Saddam’ı gibi ‘kuvvetli ordusu’ ile övünüyor…
Fakat buradaki en tehlikeli unsur ‘deli diktatör’ faktöründen ziyade nükleer tehdit gerçeği olsa gerek…
Evet belki dünya Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesine tahammül gösteremez ama nükleer bir facianın gelişmesinde ise temkinli olur… Kısacası cesaret dolu bir “sakın yapma” uyarısında bulunacağına kibarca “ne olursun etme eyleme” demeye kalır…
Batı’nın ekonomik ve ticari sınırlamalarına tabi olan Rusya, Çin’i kendi alışverişlerinin sorumlusu ve merkezi yapıyor…
Rusya kaybederken Çin kazanıyor…
Amerika ihtiyatla izlerken roller değişiyor, dengeler altüst oluyor.
Washington ve Moskova’nın arasındaki yeni nesil soğuk savaşta Rusya’nın yanı başında duran bir Çin Halk Cumhuriyeti küresel dengelerin ve hesapların allak bullak olduğunu gösteriyor. Kontrol altına alınmaya çalışan fakat orantısız bir biçimde büyüyen güç olarak karşımıza çıkıyor.
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve sonrasında gelişenlerin yanında, Rusya’nın Ukrayna’nın topraklarına göz dikmesi beraberinde “Washington’ın dışişlerinin planı ne acaba?” sorusunu getiriyor…
Çin, Tayvan’a saldırırsa çok başarılı(!) olan Amerikan dış politikası ve uluslararası tutum ne olur?
Çizgilerimiz ve sınırlarımız nedir?
New York Times haberine göre eski Başkan Dimitri Medvedev “Rusya’nın nükleer silah kullanması halinde batının ve Avrupa Birliği’nin yapabileceği pek bir şey olmamasıyla beraber, NATO’nun karşılık veremeyecek kadar çekindiğini ve dengelerin hassas olduğunu” bildiğini söylemesi endişeleri tırmandırdı…
Kısacası Rusya Nükleer bir savaştan çekinmemekle beraber karşısında ona meydan okuyacak bir güç görmüyor.
Batı’dan, Avrupa Birliğinden, NATO’dan çekinmeyen ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Putin’in çizdiği istikamet şüphesiz kırmızı çizgilerden oluşuyor…
Çizgilerin sınırlardan çok ihtiva ettiği tehlike ve yalnızlıktan dolayı herkes yalnızlaşıyor…
İttifaklar ve münasebetler değişiyor…
Sadece bizi değil herkesi kendi köşesine itiyor…
Tam nefes alacakken ve geleceğe dair ümit beslerken bizi gerçeklerin ortasına atıyor…
Her ne kadar sınırlar ve ihtimaller tercihlerimizi belirlese de bizim koyduğumuz kurallar oyuna dahil olup olmamamıza sebep olabiliyor…
Doğru durmaya çalışırken, çizgiler çizip düzgün kalmaya çalışırken buluyoruz kendimizi…
Sonra bir bakarsın o kırmızı çizgilerin kölesi olmuşuz…
Doğruyu ve yanlışı ararken bulmuşuz kendimizi…