Görünen köy kılavuz istemez.
Siyaset bilimcilere göre toplumları en iyi yönetme şekli olan demokrasi tüm dünyada ciddi anlamda erozyona uğruyor. Geçtiğimiz yıllarda demokrasiyle yönetilen ülkelerin otoriter yönetime kayma oranları son 50 yılın en yüksek sayısına ulaşmış durumda.
Geçen hafa sonu da Avrupa’nın üçüncü en büyük ekonomisine sahip İtalya’da faşist Mussolini diktatörlüğü kalıntılarından doğan aşırı sağcı parti, ülkeyi yönetecek olan sağ hükümetin en büyük partisi oldu. İtalyan aşırı sağı böylelikle seçimlerde, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da aşırı sağın en büyük zaferine imza atmış oldu.
Otoriteryanizm veya son 20 yıldır illiberal demokrasi şeklinde tanımlanan sistem nasıl ve hangi nedenlerle özellikle gelişmiş ülkelerin bir anlamda kabusu olmuş durumda?...
İlliberal demokrasi, serbest seçimlerin olduğu, otoriter lider ve partilerin iktidarlarıyla düşük yoğunluklu kısmi demokrasiye dönüşen bir rejimi işaret ediyor. Bu terimin isim babası da ünlü siyaset bilimci Fareed Zakaria. 1997’de demokrasinin otoriterleşmeye başladığını iddia eden bir makalesinde dile getirmişti...
Kabaca, liberal olmayan demokrasi olarak da tanımlanabilecek bu terim bugün otoriter yönetimleri ifade ediyor. Zakaria’ya göre, illiberal demokrasilerde halkın sesi olacak olan sivil toplum kuruluşları düşüncelerini özgürce ifade edemez. Ülke yöneticileri ele geçirdikleri basın ve adalet mekanizması sayesinde ülkeyi kapalı bir şekilde yönetmeye başlar, seçimler öncesinde elindeki büyük güç sayesinde her türlü manipülasyonu kolaylıkla yapar ve bunu da görevdeki kişiyi meşrulaştırmak ve güçlendirmek için kullanır.
İsveç merkezli bir izleme enstitüsü olan V-Dem'in verilerine göre bugün dünyada sadece 34 ülke liberal demokrasiyle yönetiliyor. Bu sayı, 1970’lerde başlayan liberal demokrasi akımıyla 2012’de zirveye ulaşmış ve 42 olmuştu.
Liberal demokrasilerde yaşayan dünya nüfusunun payı da son on yılda yüzde 18'den yüzde 13'e düşmüş durumda.
İlki 1920'lerde ve ikincisi 1960'larda başlayan otoriter rejim örneklerinin üçüncü dalgası son 15-20 yılda dünyanın önemli demokrasilerini geriye düşürmeyi başarmış durumda. Avrupa’da Macaristan ve kısmen Polonya ve şimdi de nereye evrileceği belli olmayan İtalyan yönetimi Avrupa’da illiberal demokrasinin veya diğer bir deyişle serbest seçimli otoriter sistemin en önemli örnekleri.
Dünya geneline baktığımızda ise Rusya, Venezuela, El Salvador, Brezilya, Hindistan, Belarus ve Filipinler’de otoriter liderlerin seçildiği ve sonra da bu liderlerin yönetimlerini kaybetmemek için sistemin tüm gereçlerini kullanmaktan sakınmadıkları bir yönetim şekline sahip oldukları görülüyor.
Demokrasinin temelleriyle oynayıp, kanunların etrafında da yürüyüp otoriteryanizm hülyasına kapılan ve bu yolda epey yol alan ABD eski Başkanı Trump’ı da unutmamak lazım. İkinci kez seçilemeyen Trump’ın zamanın ruhunu çok akıllıca kullanarak kendi cenahını manipüle etmekte son derece başarılı olduğunu gördük. Ve bu yoldan vazgeçme niyeti olmadığına da tanık oluyoruz bugünlerde, zira otoriterliğin en önemli yakıtı olan, Amerikan halkını kutuplaştırmayı önemli derecede başarmış durumda.
Lakin, sokaktaki insanların neden bu tür illiberal demokrasiyi savunan liderleri seçtiğini analiz etmeden bu devasa küresel soruna çözüm getirmek artık imkansızlaşmış durumda.
En önemli neden, liberal demokrasinin en temel ayağı olan liberal ekonominin zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yaparken, orta sınıfların ekonomi bağlamında ciddi anlamda zemin kaybetmeleri. Yaratılan ekonomi pastası büyümezken ve musluğun başında olan sermaye sınıfları varlıklarını arttırırken beyaz ve mavi yakalıların bu pastadan gittikçe azalan oranda pay aldıkları gerçeğini artık kimse inkar etmiyor.
Liberal ekonomi eşitsizliği üretiyor ve büyütüyor.
Diğer bir neden ise, globalleşmenin, teknolojinin ve iletişimin gelişmesi ile özellikle zengin ülkelere göç eden ve ucuz emeğinden yararlanılan göçmenlerin yerel vatandaşlar için iş gücü anlamında tehdit oluşturması. İşini kaybetmekten korkan sokaktaki vatandaş küreselleşmenin kendisinin geleceğini tehlikeye attığına inanıyor. Bu arada liberal ekonominin olmazsa olmazı olan rekabet gerçeği gereği, özellikle sanayileşmiş ülkelerin üreticilerinin, üretimlerini ucuz iş gücü ve hammadde temini sağlayan ülkelere kaydırması aynı sokaktaki insan için işini kaybetme riskini de beraberinde getirmekte.
İşte bu sorunları, kitlelere ancak kendisinin çözeceğine inandırmayı başaran otokrat eğilimli liderler, gerçek sonrası döneminin tüm olanaklarını kullanarak, kah yalan söyleyerek, kah gerçekleri çarpıtarak mağduriyet hissi içindeki sokaktaki insana güven telkin ediyor.
Liberal bir demokrat, illiberal demokrasiyi veya otoriteryanizmi savunanlar gibi gerçekleri çarpıtacak söylemlerde bulunamadığı için kaybedeni oynuyor günümüzde.
Diyalektiğin temel yasası işliyor aslında. Her eğilim kendi zıddını yaratıyor.
Liberal demokrasi de doğasındaki yanlışlarından dolayı zıddını, otoriterliği yaratıyor. Bir dönem sonra ise tersi gerçekleşiyor.
Her iki dönemin de mağdur ettiği kitleler var. Lakin, otoriteryanizm diktatörlüğe dönüştüğü gün vereceği zararın geri dönülemez etkileri olacağını tarih yazıyor önceki dönemlerde.
Yegâne çözüm, oyunu istediği seçmenine geleceğini garanti eden ve liberal ekonominin veya kapitalizmin vahşileşmesine dur diyerek, radikal düzenlemeleri hayata geçirecek olan gerçek bir demokrasi yönetimi.
Bunun için çok cesur demokrat liderlere ihtiyaç var.
Eğer bulunmazsa demokrasiyi ne kadar zaman süreceği belli olmayan karanlık bir dönem bekliyor.
Son tahlilde, hepimizin kaybeden olacağı bir dönem…