‘Yemeğini verdim, suyunu verdim git artık’ videosuyla karşımıza çıkan geyik beyle başladı her şey. Geyik anlıyor gidiyor. Birileri gitmekten anlamıyor dedik çoğumuz.
Geçen hafta, Manisa'da Milli Parklar tarafından doğaya salınan 14 kızıl geyikten birinin her gün Spil Dağındaki restoranın önüne gelip yiyecek verilene kadar beklediğini izledik. Restorandakilerin 'Mete' adını verdiği geyiği, çalışanlar elleriyle besliyordu. Ayrıca geyik enteresan bir şekilde kendi sülalesini yani kalan 13’ünü de peşine takıp doyurmanın peşine düşmemişti. Bu kısmı ilgimi çekti. Canlıların ortak davranış kalıplarından yola çıkarak düşündüm. Mesela bizim siyasetimizde olmayan, aksine nepotizmle yedi neslini belki de çok daha fazlasını kalkındıran siyasetçilerimize hiç benzemiyorlardı. Geyik bey yoluna giderken de kendisini besleyenleri suçlamadı.
Hâlbuki siyasetimiz tam da aynı hafta ve aslında her zaman olduğu gibi suçu yine kendisi dışındakilerde buldu. Şöyle özetleyeyim.
“Sırf daha iyi arabaya binmek daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle başka ülkelerin kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz” dedi o siyasetçilerden en ekonomist olanı… Bu arada Saray’ın günlük masrafı 10 milyon TL… İkrar ettiği ise standardınızı da ben belirlerim, standardın ne olduğunu da. Benim refah içinde yaşasın dediklerim refahı tadar gerisi süfli hevesli, çürük hatta sürtük de olabilir. Duruma göre! Ve daha bir dolusu…
Çok basit bir soru var. Geçinmek yaşamak mıdır? Varlığın değil, kavramların değerli olduğu yerde ne yazık ki evet! Çünkü bu haliyle vatandaş çocuk, devlet ise baba olur!
Peki diğer sorum… Dünyanın herhangi bir yerinde vatandaşından bu kadar para isteyen, yetinmeyip vatandaşlarını fahiş vergilere mahkûm eden başka bir devlet modeli daha var mı? Yangın yaz boşluk bırak bilmem kaç lira gönder, deprem yaz elli lira yolla, ev alacaksan yatır 500’ü gibi… Ve daha niceleri!
Bu yüzden günahkâr çocuk vatandaşlar ve katı sert kuralları olan devlet babamız çok yaşa! Kuralları esneten ama esnettiği için devlet babasına karşı mahcup ve suçluluk duygusuyla yaşayan vatandaşlar ise sessiz. Yani çoğunluk olarak ve çoğunlukla!
Aylardır finansal okuryazarlık adına ‘Bahar Feyzan Youtube’ kanalımda anlatıyorum, çok değerli uzmanları konuk alıyorum. Evet, hepimiz ekonomiyi, ekonomi sayfalarını takip ediyoruz. Fakat bu işin bir de psikolojisi var. Ve günün sonunda psikoloji daima galip geliyor. Sanırım kısır döngümüz burada!
Biliyorsunuz eskisi gibi fiziksel değil para sadece. Çok hızlı bir değişim var. Fakat dünyanın parasal sistemlerinin değiştiği yerde cehaletimizden zerre taviz vermiyoruz. O yüzden çoğu vatandaşımız hâlâ ‘yeter ki geçineyim bu benim için kafi’ diyor. Oysa doymak ile beslenmek ayrı iki kavramlar. Bu hayata karşı yaklaşımsal fark işte tüm Türkiye’nin kaderini belirliyor. Haklısınız bir büyük ekmeği alıp bandıra bandıra doyar insan ama beslenir mi? Hayır. Ama karnı doyan kişi, beslenmek isteyeni kendi değersizliğine çekmeye çalışıyor. Bu durum ne olacak? Malum sokak röportajları ‘bu kadar ekonomik sıkıntı var’ diyene ‘karnın tok değil mi işte’ diye kızıyorlar. Bir miktar değerli yaşamak isteyenlerle kendi değersizliğini kanıksamışların arasında gidip geliyoruz. Değerli hayatın lüks olduğu ortamımızda biz tabii ki sürekli ekonomiyi anlamaya çalışıyoruz. Değersizliğin standart olduğu bir hayatta temel amaç geçinmek ve geçindirmek oluyor. Kaderimiz ise doymak isteyen çoğunluk ve beslenmek isteyen azınlık arasında bir yerlerde tayin ediliyor. Lakin 100 metre dümdüz devam eden kaldırım bile yapamayan bir ülkede değerliliği sorgulamak da ayrıca benim dilemmam olsun!
Ayrıca merak etmeyin, geliri yüz kat artan bu dönemin zenginleri de bir nevi karın tokluğuna yaşıyor. Rafine değil. Vizyonsuzluktan ev üstüne ev alıyorlar. Ama Türkiye’de ama yurt dışında! Bizim finansal okuryazarlığı söktüğümüz yer ev almak! Evin var mı? O zaman TOKİ verelim mi? Çok mu paran var? O zaman bu evlerden al! Londra’da sokak al! Yeter ki taş, dört duvar, arsa al işte bir şeyler! Para var diyorsun o kadar.
Market rafları boş sanılan insanca yaşam şartlarında ise Avrupa’da basit minnoş ikinci el bir araba almak 5-7 bin Euro civarında. Bizde Euro ile 18’den çarpınca bile 90 bin ila 126 bin civarına denk geliyor. Yani basit küçük bir araba alabilmek bu kadar kolay. Vergiyle tokatlamıyor, elinde avucunda ne varsa vergi diye almıyor devlet. Hatta gelire göre vergilendiriyor. Lüks tüketimi ayrı bir yere koyuyor. Ev, araba, telefon alabilmenin bu kadar pahalı hale getirildiği yerde yani bizde ise birileri sizi kendisine muhtaç bırakıyor. Sonra da çıkıp standardınızı belirliyor. Alım gücünüzü imha edebiliyor.
Modern siyaset felsefesinin kuruluşunda ve merkezinde korku yer alır. Bunu anladık. Bu sebeple Machiavelli ve Hobbes temele korkuyu işlediler. Ve bu duyguyla insanları bir araya getirdiler. Toplumsal sözleşme ya da kapitalizmin ilk ayak sesleri deyin, fark etmez.
Öte yandan klasik siyaset felsefesinde insan zaten toplumsal bir varlıktı. Modern siyaset felsefesinde bireyci olmak vardır. Bu nedenle Thomas Hobbes liberalizmin kurucusu olarak görülür. Bugün Türkiye’de ise ne klasik ne de modern siyaset felsefesinin gereği yerine geliyor. Ekonomi ne kadar kötü ise siyaset ondan beter halde. Özgün denen modellerin adını anmak istemediğim haliyle ne derece tehlikeli durumlara dönüşebileceğini bu satırları okuyanlar çok iyi anlar.
O vesile kaderinizi tayin edenler besleniyor mu yoksa sadece doyuyor mu? Bir daha bakın derim.