Tiyatro gibi bir durum var. Baş örtüsü üzerinden coğrafyamız çalkalanıyor.
Önce komşudan bahsedelim. İran’da kadınlar zorunlu örtünme yüzünden protestolarda bulunuyor. Şiddet görüyor, cezalandırılıyor. Protestolar medyada sansürleniyor. Kadınların başlattığı kıvılcımın tekrar rejim değişikliğine yol açacağına dair varsayımlar var. Öğrenciler derslere girmeyerek destek veriyor. Ancak medyanın kısıtlanması yüzünden bilgiler sınırlı….
Acıklı olan şu ki, kadın bedeni bu zamanda bile İran’da yöneticilerin toplum üzerindeki kontrolünü arttırmak için bir araç olarak kullanılıyor. Kadınların başını örtme veya açma özgürlüğünü baskı altına alan uygulamalar aslında vatandaşların hayatlarının her alanına müdahaleyi normalleştiriyor. Bu yüzden aslında buzdağının görünen tepesi olan baş örtüsü baskısı İran’daki totaliterliğin artık geri püskürtülme zamanının geldiğini düşündürüyor.
Ülkemizde ise baş örtme konusu ne mutlu ki iyi kötü çözüldü, 2008’de yüksek öğrenim kurumlarında, 2013’te de kamuda kısıtlayıcı hükümler uygulamadan kaldırıldı. Henüz yasalaşmadığı halde bütün kamu kuruluşlarında ve mecliste uygulama rahatça başladı ve pek bir gerilim yaşanmadı. Bana göre olumlu bir gelişme içindeyiz.
Ancak oy koruma hevesi ile kadınlara hala bu konuda bir geri dönüş olabilir gibi korku aşılanıyor. Kadınlara, “baş örtme özgürlüğünüze sahip çıkın, birileri bunu sizden geri almaya çalışacaktır” deniyor. Kazanımlarınızı geri vermek zorunda kalabilirsiniz deniyor. Oy elde etme hevesiyle azınlık partileri de kadınların bu endişesini bertaraf etmek için baş örtmenin serbest olması bizce de gerekli bunu yasa ile kesinleştirelim diyor. Yine kadın bedeni üzerinden sözde bir haklar tartışması açarak gündem yaratılıyor.
Bütün bunlar bana hüzün veriyor. Öncelikle sadece kıyafet kısıtlaması değil, herhangi bir kısıtlamaya anlam veremeyen biri olarak, ülkenin bu konuda az da olsa rahatlamış olduğunu görmek bana umut veriyordu. Ancak konunun dönüp dolaşıp bu serbestlikten ileriye gidememesi, başka konulardaki kısıtlamalara sirayet etmemesi çifte standart olduğunu gösteriyor. Hatta üstüne üstlük ifade özgürlüğünün dezenformasyon yasası adı altında daha da kısıtlanacak olması beni hayli endişelendiriyor.
Hangi hakların verileceği, hangilerinin ise sıkı sıkı engelleneceği, siyasi güç ile değişkenlik göstermemeli. Örneğin günümüzde hala eşcinselliğe yaklaşımda özgürlüğe geçit yok. LGBT bütün kötülüklerin kökeni gibi düşünülüyor ve buna fazla itiraz da edebilen de yok.
Bana göre haklar ve özgürlükler iktidardaki siyasi anlayıştan bağımsız olarak değerlendirilmeli. Ve yargı ile denetlenebilmeli. Örneğin ABD'nin Seattle eyaletindeki bir yargıç, ABD Başkanı Donald Trump'ın yedi Müslüman ülkeye getirdiği seyahat yasaklarını durdurabilmişti.
Kısaca demek istediğim şu: Güce sahip olanlar ve sahip olmaya çalışanlar bir süredir yeni, modern bir şey söylemiyor. En coşkulu tartışma yine hayal gücü ve umutları tükenmiş insanları taraftar haline getirmek için baş örtme konusunda yapılıyor. Halbuki çok konuda özgürleşme kaydedebilecekken çağı kaçırmaya devam ediyoruz. Oy kaygısını bir kenara bırakıp gelecek kaygısına odaklanma zamanı…