El değiştirmeden önce, dokuz sene Vatan Gazetesinin Pazar Ekinde, ‘Kitaplık’ adlı köşemde kitap eleştirmenliği yaptım. Bu yolculukta, çok güzel kitaplar da okudum, rica üzerine okumak zorunda kaldıklarım da oldu. Aynı noktadan hareketle bazen bu köşemde de beğendiğim kitapları sizlere de tavsiye ettim. Her zaman objektif olmak, en önemli çıkış noktam oldu. Buraya kadar, tamam. Beni bilen, bilir. Farklısını da yapamam zaten, ama bu sefer… Size bir kitaptan sadece söz edeceğim şimdi ve bu yazımda, inanın objektif filan olmayacağım. Neden biliyor musunuz? Hani bazen birinden duymak istediklerini duyar insan ve içi rahatlar; bildiklerini başkasının ağzından duymak ona ilk defa duyuyormuş gibi bir kandırmaca yaşatır, iyi gelir ruhuna… Piraye’nin ‘Seyir’ adlı kitabı da bana aynı rahatlığı yaşattı ama asla kandırmacayı değil… Zaten hayatta bize iyi gelen nedir veya kimdir ki? Ruhumuza dokunmayı bilendir… Bazen biri çıkar, satırlarıyla dokunur ruhunuza. Bu kitap da benim için böyle oldu. Kitabın girişinde yazarın özgeçmişi var. İki sayfa sonra da başlık olarak seçtiğim cümle, yeni sayfaları çevirmemi şahane bir biçimde engelleyerek beni ne kadar uzun olduğunu bilmediğim bir süre düşündürdü. Sahi, ben yaşadığım hayatı dışardan mı seyrediyordum, yoksa onu; olanın bitenin, birikenin, kaybolanın farkında ola ola mı yaşamaya devam ediyordum? Bütün bu hayatı yaşama yolculuğunda, onun her an’ının ne kadar farkındaydım, ne kadar içindeydim hatta?
Seyir eden misin, seyreden misin bu âlemde? Nefis bir soru değil mi? Düşünmeye başlarsanız, emin olun, yazımı okumazsınız.
Kitap, bir kadın-erkek hikâyesiyle başlıyor. Bazılarınıza belki tanıdık gelir, bazılarınızı hiç ilgilendirmez. Mühim olan bu değil… Mühim olan okuyacağınız bu hikâyede, kadın kahramanın hayatı seyreden biriyken, onun seyrini fark etmeye çalışma yolculuğu… İnanın hayattaki pek çok şey gibi, bu da bir çalışma ve gayret gerektiriyor.
Kitapta ne olup bittiğine, yazarın okuru nereden alıp nereye götürdüğüne özellikle değinmeyeceğim. Büyü bozulur o zaman… Siz okumaya başlayacaksınız onu ve oradaki hikâyenin yerine kendi hikâyenizi koyarak okuma yolculuğunuza devam edeceksiniz. Sonra ne olacak biliyor musunuz? Kendi hikâyenizi okumaya, kendinize bakmaya başlayacaksınız. Kitabın basına tanıtım yazısının son alıntısı şu cümle: “Mina, onu kendi dönüşümüne götürecek uzun bir yolculuğa çıkmaya hazırdı artık!”
İnsanın; kendinin elinden tutup ama sahiden tutup onu kendi dönüşümüne götürecek uzun bir yolculuğa çıkması, nasıl bir şeydi?
Kitabı okurken bunu yapmanın yavaş yavaş sırrına erdiğimi fark ettim. Bu bir gayretti aslında, bayağı bayağı sağlam bir çalışmaydı kendimle ilgili… Cümlelerimin kapalı olduğunun farkındayım sevgili okurlar. İnanın, bunu bilerek yapıyorum. Kadın ya da erkek olun hiç fark etmez. Mesele Mina ile Kerem’in öyküsünün ayrıntıları değil; mesele, o ayrıntılarda Mina’nın; bir kadın olarak değil, sadece bir insan olarak kendini fark etme yolculuğu…
Uzun zamandır hatta çok uzun zamandır bir kitabın bu kadar sağlam bir biçimde etkisinde kaldığımı hatırlamıyorum. Hatta şöyle demeliyim belki: Bu kadar çok kitap okudum; nefis romanlar, şahane anılar, öyküler, denemeler… Hepsinde kendimi okuduklarımın bir parçası yapıp olayları, insanları, zamanları tasavvur ederek ilerledim ve çok keyif aldım ama ilk defa bir kitabı hem keyif alıp okudum hem de üstünde çalıştım sakin sakin… Aslında kitabın değil, kendimin üstünde… Galiba bu kitabı diğerlerinden farklı kılan, yazarın farklı bir biçimde ulaşmaya çalıştığı okur… Bu kitabı okur, kendi için yeniden yazıyor… İçinden sizin için çekip çıkaracağım başka bir cümle yok kitabın. O zaman oturup okuduklarımın hepsini yazmam lazım…
Hem okur olarak hem de insan olarak farklı bir tecrübe edinmek isteyenlere şiddetle tavsiye ederim. Ama önce soruyu kendinize şimdi sahiden sorma zamanı:
Seyir eden misin, seyreden misin bu âlemde?