Hayatın akışı içinde yeni bir kapıyı aralama şansı çoğumuzun ayağına kadar gelir de farkına varmayız, ya da farkına vardığımızda çok geç olur. Oysa yaşamın ilk basamaklarından itibaren karşılaştığımız her şey, bizi o kapının açıldığına tanık olmaya hazırlar. Biz mi bunun ayrında olmayız? Yoksa, durumu korumak çok mu rahatlatıcıdır? Bilemiyorum.
Elbette ki içinde yaşanılan koşturma, yaşamsal dürtülerin devamlı tetikte olma hali bazen akıp giden fırsatları ıskalamamıza neden oluyor. Bu öylesine, zaman zaman çaresiz, nefes nefese gelişiyor ki, kaçmaktan kovalamaya vakit bulamayan bizler rutine mahkûm kılıyoruz kendimizi. Döngüyü kıracak, bizi değişik bir yörüngeye fırlatacak güce erişemiyor, alternatif çözümü hep aynı düzen içinde arıyoruz. Oysa, kafamızı kaldırıp pencereden dışarı baktığımızda, yaşanasıların çokluğunu gördüğümüzde, biraz cesaretle, çokça da yeniye yelken açmanın heyecanı ile kendimizi eşiğin ötesinde buluveriyoruz.
Elbette ki, zemin hazır olmadığında, beklentiler olgunlaşmadığında yeni bir eşiği atlama çabası dahi riskli, hem maddi hem de zaman anlamında masraflı oluyor. Yeniyi, ona kavuşmaya ne kadar hazır olsanız da kucaklamak kolay mı? Kendinizi eskiden koparttığınıza göre, entegre olmaya çalıştığınız düzleme tekrardan tanımlama fırsatı beliriyor önünüzde. İşin ilginci, ne kadar donanımlı olursanız olun, bu durum ilk etapta sersemletici bir etki yaratmıyor değil. Fabrika ayarlarınıza dönmüyorsunuz elbette… Yıllardır edindiğiniz tecrübe sizi dimdik ayakta tutuyor. Ancak! O kadar!
Kartların yeniden dağıtıldığı, kuralların değişik olduğu ya da olayların alışık olmadığınız şekilde yorumlandığı yarınların sizi beklediğini anlıyorsunuz. Eşiği atlamadan, belki bildiğiniz belki de bilmediğiniz gerçekler bir bir arzı endam ediyorlar önünüzde. Onlar yeninin gerçeğidirler. Onları ne kadar seri bir şekilde kabul ederseniz o kadar mutlu olursunuz.
En az bir yaz bir kış geçmeli birtakım şeylerin oturması için. Bunun uzunu mümkündür ancak kısasını beklemek romantik bir yaklaşım olur. Aşağı yukarı bu sürenin sonunda nefes aldığınızın farkına varırsınız. İlk önce usulca, gitgide artan tempoda ve sonra… Sonra derince, ciğerlerinizi taze hava ile doldurarak… Hem onları sonuna dek zorlarcasına…
Eşikten atlamaya cesaret edip yeni bir yaşam kurma yolculuğuna çıktığımdan beri bu konuda yazmıyorum. Elbette ki bunun muhasebesini yapmıyor değilim. Zaten tersini iddia etmek mümkün değil. Atılan adımların etkilerini tartmak, karşılaştırmalar yapmak insanın doğasında olan bir şey. Yeter ki ‘keşke’ ile başlayan düşüncelere kendimizi kaptırmayalım.
Mesele konfor alanından çıkmak, zira o ana dek aklınızdan geçmemişleri yapmaya başlıyorsunuz usul usul… Belki de birdenbire… Kendimi mutfak tezgahı arkasında kek, kurabiye yapar bulduğumda, daha önce hiç patates soymadığım gerçeği yüzüme, biraz da acımasızca vurulduğunda, erdim birçok şeyin artık eskinin kodları ile ölçülemeyeceğine. Buna ermek, değişik bir olgunlaşma demekti.
Bu satırları yazarken, bu sürecin bitmediğini, kısa bir gelecekte de bitmeyeceğinin farkında olduğumun da altını çizmek isterim.
Bu yolculukta yalnız olmamak, özellikle de biz yaşlarda, çok önemli. Maruz kalınan bilinmezler manzumesini daha kolay karşılamanın olmazsa olmazı bu. Bu süreçte yardım etmek ne kadar önemli ise yardım almak, bunu kabul etmek de o kadar yaşamsal. Netice itibariyle el elden, fikir fikirden üstün değil mi? Yol yordamın bilinmediği anlarda, uzaktan dahi olsa, gelen bir ses, bir ışık o denli kıymetli ki.
Son tahlilde, yaşamı anlamlı kılmak elimizde… Bunu yaparken, daha doğru bir deyişle, yapmaya çalışırken, önümüze serilenlerin bizi nereye taşıyacağını anlamanın yolu, biraz cesaret çokça da iyi niyet, dayanışma, sebat etmekten geçiyor.