Bu yazıyı yazdığım geçtiğimiz pazartesi günü benim doğum günümdü. Bu sene kaç yaşında olduğumu kafaya takmak yerine, yılların ne kadar hızlı bir biçimde geçmeye başladığını kafama takar oldum. Yaşımdan ve yaşamımdan hiç şikâyet etmedim. Yaşımı soran herkese dürüst bir şekilde tam yaşımı söyledim. “Yaş kullanmıyorum artık” gibi esprilerden uzak dursam da, başka insanların yaşını tahmin etme konusunda pot kırmamak için çok nadir sorarım.
***
Çocukluğumda bir sene benim için çok yavaş geçerdi. İlkokulda bitmek tükenmek bilmeyen bir okul senesi, ödevlerle dolu olmasına rağmen iple çekilen hafta sonları, o zamanlar “Şubat tatili” tabir ettiğimiz yarı yıl tatili, bahar ayı, Pesah bayramı, bir zamanlar en büyük eğlencelerimizden biri olan Eurovision şarkı yarışması, karne heyecanı, Büyükada’ya gidiş, ada arkadaşlarına, bisiklete, dondurmacı Yunus’a, ada vapuruna kavuşma… Aylar sonra İstanbul’a inip forma olma, okulların başlaması ile İstanbul’a taşınma, Roş Aşana… diye sene tamamlanırdı. Bu bir yıl çok yavaş geçerdi, yavaş yavaş ve sindire sindire. Pandemi ve karantina günlerinde biraz zaman durmuş gibi hissetsem de kırk yaşını aştıktan sonra zamanın aşırı hızlı geçtiğini hissetmeye başladım. Yaz, Roş Aşana, doğum günüm, kış, yılbaşı, Pesah, bayram tatilleri, yaz formatında ama aşırı hızlı bir şekilde yıllar birbirini kovaladı. Kırk yaş doğum günümü daha dün gibi hatırlarken, kırkın ortasını bile hızla geçtim.
***
Harvard Üniversitesi’nin web sitesinde bu konu hakkında okuduğum bir makalede bu düşüncemde yalnız olmadığımı, zamanın yaşla daha da hızlı geçmesinin bilimsel bir açıklaması olduğunu gördüm. Bu makalede Prof. Adrian Bejan yaşla birlikte beynimizin görsel verileri işlemesinin yavaşladığını, yavaşlayınca da zamanın hızlandığını belirtmişti. Bu düşüncede yalnız olmadığımı bilmek ve bilimsel bir dayanağı olduğunu okumak biraz korkutucu olsa da, daha hızlı geçmeye başlayan ve anladığım kadarıyla bundan sonra daha da hızlı geçecek zamanı dolu ve güzel kullanmak için de bir motivasyon.
***
Pandemi senelerinde pasta üzerindeki mumları üfleme alışkanlığımızı kısmen kaybettik. Pasta üzerindeki mumları üflemenin ağızdan virüs partikülleri saçtığı ve COVID’e sebebiyet verebileceği yazılmaya başlanınca, senede bir kez özel hissettiğimiz günümüzün mumlarını da birkaç sene COVID söndürdü. Pandemi öncesinde de mumları üflemeden kendi kendilerine sönmesini bekleyen, ışık söndürmemenin uğuruna inanan arkadaşlarım vardı. Doğum günü pastasına mum koyma geleneği 1746 yılında Ludwig von Zizendorf adında Alman bir Kont ile başlamış. Havalı bir davet vermek isteyen kont, yaşı kadar mumu pastanın üzerine koydurmuş. O günden bugüne bu adet demek etmekte. Yaşım kadar mum dizme âdetim olmasa da, pandeminin hafiflemesiyle tekrar bir mum üfleyebilmek güzel bir his. Zaman daha da hızlı akmadan…