Geçen ay eşimle hafta sonu Bükreş’e küçük bir kaçamak için gittik. Ancak hemen belirtmeliyim ki bundan ortalama altı-yedi yıl önce gittiğim Bükreş ile şimdiki aynı değil. Romanya’nın genelinde olsa gerek; ülkede artan bir refah düzeyi açıkça görülmekte. Eski Demir Perde ülkelerinin o kendine has gri, Sovyet Dönemi’nden kalma şehir mimarisi hızla terk edilerek, yerine modern, göze hitap eden ve estetik kaygıları daha ön plana çıkaran bir Bükreş gördük. Bükreş’in diğer Orta ve Kuzey Avrupa başkentlerinden bir farkı kalmamış. Sokaklardaki nüfus eskisine göre daha fazla İngilizce konuşuyor. Bükreş’in en turistik yeri Lipscani ise eskisine göre capcanlı. Yenilenmiş mimarisi, farklı kültürlere ait mutfaklara ait restoranların açılması bölgeye bir canlılık katmış. Görebildiğimiz kadarıyla da Bükreş’i gezmeye gelen ve sonra da bir başka turistik merkez olan Braşov’a giden hatırı sayılır bir turist nüfusu var.
Aile geçmişim Kırım / Karay bölgesi ve Romanya tarafına dayandığı için buraların bende farklı bir yeri var. Adet olduğu üzere Orta Avrupa ve Balkanlar’da bir ülkeyi ziyaret ettiğimiz zaman da kesinlikle burada yaşamış Yahudi topluluklarının bıraktığı kültür mirasını yerinde görmek isteriz. Romanya halen hatırı sayılı bir Yahudi nüfusunu barındırmakta ve buradan İsrail’e gidip gelen Romen Kökenli aile azımsanmayacak sayıda. Biz de geleneğimizi bozmadık ve Bükreş’teki Holokost Müzesini ziyaret ettik. Holokost Müzesi içinde büyük bir hüzün barındırsa da aslında Romanya Yahudilerinin geçmişten günümüzde bu ülkede var oluşlarını da ortaya koyuyor.
II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı tarafında yer alan o günün Romanya Hükümeti (Antonescu Yönetimi) antisemitizmi her yanıyla ülke coğrafyasında uygulamış. Yüz binlerce Romanya Yahudi’si bir haftadan çok kısa bir sürede ya toplama kamplarına gönderilmiş ya da güpegündüz sokak ortasında katledilmiş. Müze ise “Bir daha asla” demek ve bu olayları unutturmamak için 2009 yılında kapılarını açmış. 1940 - 1944 yılları arasında Yahudi toplumunun savaşta yaşadıkları belge, doküman ve resimler gelecek nesillere aktarılmaya çalışılmakta. II. Dünya Savaşı öncesi Transilvanya ve Besarabya dahil Romanya topraklarında yaşayan Yahudi nüfusu 700 bin kişiydi. Bu nüfusun ortalama yedide biri, yani 100 bin kadarı da Bükreş’te yaşamaktaydı. Müze öncelikle bu nüfusa ait kültürel birtakım dokümanları ve resimleri gösteriyor. Müze kayıtlarında 120 bin Yahudi’nin doğrudan Auschwitz’e gönderildiği, 110 bin kadarının da yerel Romen otoriteleri tarafından katledildiği anlatılmakta. Bütün bu anlatımlar da kuşkusuz o döneme ait çekilen resimlerle gösterilmeye çalışılmış.
Müzeye her adım atan şüphesiz ki yaşanan güzel günlerin, fotoğraf karelerine yansıyan gülüşlerin nasıl birdenbire kabusa döndüğünü farklı duygularla deneyimleyecek, o yıllardan -ve aslında çok daha geçmiş zamanlardan- havraya miras kalan dini objelere bir süre durup bakacaktır. Ancak müzenin bahçesinde üzerinde topraktan yeşeren bir tohumun Davud Yıldızı’na ulaşılmasını betimleyen anıtın, dışarıya adım atıp düşünceleriyle baş başa kalan hemen herkese yoldaşlık etmesi bu kez beni çok etkiledi…
Eğer yolunuz bir şekilde Balkan coğrafyasına düşerse başta Selanik olmak üzere, Sofya, Üsküp, Belgrad ve Bükreş Holokost müzelerini de görmenizi tavsiye ederim. Ancak bu şekilde yaşanan trajediyi Hollywood gözünden değil de kendi gözümüzden görme ve değerlendirme şansımız oluyor.