CHP, halkın nabzını tutamamakla, halktan kopuk olmakla, halka uzaklıkla suçlanır durur. Acaba neden? Şu sürekli tekrarlanan polemiğin tarihsel nedenleri var mıdır? Tek parti döneminin tüm günahlarını Cumhuriyet Halk Partisi’ne yıkmak reva mıdır? Cumhuriyet Halk Partisi neden ısrarla halkın partisi olduğunu vurgularken kötülük meleğinin sol omuzda olduğuna inanan ve yüzde 90’ı Müslüman olan Türk toplumuna merkez sol’da olduğunu söyler durur? Bu çelişkiler bir yana şöyle bir ufuk turuna çıkalım.
Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği 1946’da çok partili hayatımız olması gerekliliğine dış siyaset açısından Batı dünyasına entegre olmak, ABD baskısı ve SSCB korkusuyla karar verilmiştir; içeride ise daha karışık dinamiklerle hareket edilmişti. Belli sınıfsal kaygılar ya da sınıfların kendilerini temsil ettikleri doğal siyasal baskı grupları oluşmadan CHP içinden ayrılan farklı seslerden oluşmuş bir Demokrat Parti, Türk siyasal hayatının bir diğer yüzü olarak tarih sahnesine girer.
2022 yılında Türkiye’nin ana muhalefet partisi olan CHP, 9 Eylül 1923’te Atatürk tarafından kuruluşundan beri devletle özdeşleştirilmiş ve halktan kopuklukla suçlanmıştır. 1923 ile II. Dünya Savaşı’nın başlangıcı sayılan 1939 arasındaki 17 yıllık dönem oldukça fırtınalıdır. Halk aslında ne olduğunu anlayamadığı bir başka kültürel savaşın içinde yorulmuş, dünyayı da sarsan 1929 ekonomik buhranının etkileri Türkiye’de ağır biçimde hissedilmiş ve gittikçe fakirleşilmişti. Zor yıllardır çünkü hem maddi zorluklarla savaşan ve kültürel olarak bambaşka bir dünyaya evriltilen halk şaşkındır. 1939’da ise II. Dünya Savaşı başlar. Savaş, en çok iki sınıfa yarar. Büyük çiftçilerle İstanbul tüccar ve komisyoncuları. Savaşın yarattığı kıtlık ortamı ve ihtiyaç duyulan zorunlu tüketim maddelerinin piyasadaki azlığı spekülatörlerin karlarına kar katar. Büyük çiftçiler, tarım fiyatlarının aşırı yükselmesinden büyük kazanç sağlar. Örneğin savaş sonunda bir milletvekili mecliste yaptığı konuşmada “sayılarını kimse bilmez ama bizde de 30-40 bin kadar savaş zengini milyoner türemiştir” (Timur, 1991: 21) diyerek bu spekülatörlere dikkat çekmişti. Kurtuluş Savaşı ve tek parti iktidarı süresince asker-sivil bürokrat seçkinler ile toprak sahipleri ve kentli sınıflar arasında kurulmuş bir ittifak vardı. Bu anlamda, CHP iktidarı bir koalisyonlar ittifakıdır. Turan Güneş’e göre ‘tek partiye rağmen siyasi sistemin çoğulcu demokratik felsefe üzerine kurulmuş olması karşısında, ‘Cumhuriyetin toplumu çağdaşlaştırma, batılılaştırma politikasının gerektirdiği kadrolar İstiklal Savaşı’ndan beri iktidarı genellikle iki kategori üzerine oturtmuştur. Bunlar bürokratlar(aydınlar) ve Anadolu eşrafı olmuştur. CHP’ye dönüşen Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin ana unsurunu bu eşraf teşkil ediyordu. Cumhuriyetin çağdaşlaştırma politikasına en yakın sınıf da bu idi. Aynı yatkınlık aydın-bürokratlar için de sözkonusudur. Hatta daha doğrusu, topluma getirilmek istenen yeni sosyal hayat ve yeni kıymet hükümleri, aydın-bürokratlarıngörüşleri olmuştur. Cumhuriyet yönetimi, eşrafın yardımıyla aydın-bürokratlarınyönetimi olmuştur. Bu yönetimde toplumun diğer sınıfları, halk yoktu’.
Ülkelerin siyasi sistemlerinde de zıtlıklar görülür. Dünyanın demokrasiyi benimsemiş ülkelerinde A Partisi, B Partisi, C Partisi gibi tüm siyasal partilerin birbirinden farklı, birbirine benzemez, benzemesi de mümkün olmayan söylemleri, tüzükleri, ve geçmişleri; genetik kodları vardır. Aslında A Partisi’nin ya da B Partisi’nin düşüncesini taşıyan insanların temsili ve bu insanların devlet yönetiminde söz sahibi olabilme amaçları siyasal partilerin kurulmasının nedenidir. Ve tabidir ki siyasal programları, projeleri, hal ve tavırları birbirlerinden ciddi anlamda farklıdır. Ama dünyadaki duruma bir türlü uyduramadığımız aynılıklarıyla Türkiye ana muhalefeti sade vatandaş olarak benim zihnimde sorular uyandırmaktadır. Mesela belediye başkanlarının hangi partiden olursa olsun lüks merakları, evleri, arabaları, gözden kaçırmaya çalıştıkça artık gözden kaçırılamaz olan akrabaları, bu insanları hemen her yere monte etmeleri, milletvekillerinin görev sürelerinde aldıkları ve sonradan almaya devam ettikleri yüksek maaşları, dokunulmazlıkları; parti başkanlarının sınırsız yetkileri, tüm partiyi sadece ve sadece kendilerine benzer görüşte olanlarla dolduruşları, köy kahvelerini ya da çarşı esnafını dolanıp ayar vermeyi halkla halk için siyaset sanmaları, karşıt tüm sesleri ustalıkla ve yabancılaştırarak dışlamaları, kendi gazetecileri, çok şikayet ettikleri meşhur kutuplaşma yangınını aslında bizzat kendilerinin harlamaları sarkastik çelişkilerdir. Burada vatandaş, halk ve onun çıkarları nerededir, bir yerlerde unutulmuş gibidir ve koltuk kapmaca yarışına düşüldüğü maalesef ortadadır. Daha da acısı Türkiye 2023’deki seçimlere hazırlanırken 580 milletvekilinin olduğu Meclis’te 125 milletvekili 2022’de genel kurulda hiç konuşmadı. Kerameti kendinden menkul bu milletvekillerinin, 103’ü AK Parti’de, kalan 22 vekil muhalefet partileri ve bağımsızlardan oluştu. Yani, parti genel başkanları hariç tutulduğunda vekillerin yüzde 22’si hiç konuşmamış oldu. Bazı milletvekilleri 2018’deki yemin töreninin ardından bir daha söz almadı.
Cumhuriyet Halk Partisi tek partili dönemin avantaj ve dezavantajlarını yaşamış bir partidir. Ve maalesef genetiği halkın hafızasında yaşamaktadır. Bugünün mevcut partilerinin elinde ise bu genetik kodlar sıklıkla kullanılan hatta kullanıla kullanıla artık kabak tadı vermis olduğunu düşündüğüm gerçeklerdir. Ülkemizin zıtlıkların uyumuna, gerçek demokrasiye ve güzel günlere ulaşması hepimizin en büyük dileğimdir.