Mutlaka tanık olmuşuzdur: Bulunduğumuz bir toplulukta, televizyonda izlediğimiz bir açık oturumda ya da birinin bilgisine danıştığımızda, kimileri “bilmiyorum” sözcüğünü nedense kullanmaktan kaçınır. Bunun yerine konuyla hiç ilgisi olmayan, kafalarımızı karıştıracak sözlerle konuşmayı yeğlerler. Sanki her şeyin doğrusunu bilmek zorundaymışlar gibi… Oysaki bu tür insanlar, sergiledikleri bu davranışla, kendilerinden daha bilgili bir dinleyici ya da izleyici karşısında yalnızca cehaletlerini ortaya koyduklarını sanırım hiç düşünmüyor. Belki de cehaletlerinden kaynaklanan yüreklilikleri, başkalarına karşı küçük düşme korkuları ya da şişkin egoları, bilmediklerini söylemelerine izin vermiyordur, kim bilir? Kuşkusuz bu da, ancak birileri bu bilgisizliklerini yüzlerine çarpıncaya değin sürebilir. Elbette utanma duyguları varsa!
Sokrates, gençleri kışkırtıyor diye ölümle cezalandırılmıştı. Ünlü savunmasının bir yerinde, yaşayan en bilge kişi olarak kendisini gösteren Delfi kâhininin sözlerini araştırdığını söyledikten sonra, ulaştığı sonucu şöyle açıklamıştı: Başkalarından daha bilge olmasının nedeni, neyi bilmediğini biliyor olmasıydı. Sokrates, dönemin tanınmış düşünür ve sanatçılarını sorguladığında, kendi cehaletlerinin farkında olmadıklarını görerek bu sonuca ulaşmış. Öğrencisi Eflatun’un kaleme alarak günümüze ulaştırdığı bu söyleşilerde kendini bilmenin, tanımanın önemini vurgulayarak, kişinin nasıl bilge olması gerektiğini, okurunu düşünmeye yönlendirerek ortaya koyuyor.
Bu ünlü filozoflardan söz ederken, felsefe sözcüğünün de bilgelik aşkı anlamına geldiği bilgisini araya sıkıştıralım.
Aslında düşünmeye o denli ihtiyacımız var ki! Gerçeği yalandan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ancak düşünerek, kendi içimizde sorgulayarak ayırabiliriz. Belki de bilgelik yolunda atacağımız ilk adım bu olmalıdır.
Hermann Hesse, Budizm felsefesini işlediği Siddhartha adlı ünlü romanında, kahramanına şöyle söyletiyor:
“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.”
Ben ünlü yazarın sözlerine şunu ekleyebilirim: Bilgelik, erdemleri, doğru değerlendirme yetenekleri ve yaşam tarzıyla başkalarına örnek olabilmektir!
Doğan Cüceloğlu, Var mısın kitabında bilgeliği şöyle tanımlar: “Bilgelik hiçbir kötü tarafı olmayan bir insan olmak değil, kötü taraflarının olduğunu bilen ve bunu yönetebilen insan olmaktır.” Bu tanımla da yine kendini bilmenin ne denli önemli olduğu vurgulanmaktadır.
Ortalığın her alanda bilerek ya da bilmeyerek konuşanlardan geçilmediğini görüyoruz, oysa sağduyulu, bilgili, birikimli, kısacası yolumuzu aydınlatacak bilge insanlara o denli ihtiyacımız var ki…