Geçtiğimiz hafta Varlık Vergisi’nin salınmasının 80. yıldönümüydü. Varlık Vergisi’nin mimarı bilindiği üzere Cumhuriyet döneminin beşinci başbakanı Şükrü Saraçoğlu’dur.
Saraçoğlu’nun 5 Ağustos 1942 günü hükümete geldiği dönem, kolay bir dönem değildi. Nitekim II. Dünya Savaşı’nın en çetin yıllarına girilmişti. Türkiye, bir tarafta Nazi Almanya’sının diğer tarafta İngiltere’nin, öte tarafta da SSCB’nin “savaşa gir” baskılarına direniyor, tam anlamıyla bir denge politikası yürütmeye çalışıyordu. Bu esnada ülke içerisinde enflasyon yüzde 200 - 250’lere varmıştı. Bazı mallar kıtlık derecesinde bulunamıyordu. Halk, hükümete karşı ciddi tepkiler vermeye başlamıştı.
İşte tam bu dönemde 11 Kasım 1942 tarihinde 4305 sayılı kanunla, daha sonraları Saraçoğlu’nun “eserim” diye sahip çıkacağı Varlık Vergisi salındı. Verginin resmi gerekçesi hükümet tarafından “Olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek karlılığı vergilemek” olarak dile getirildi.
Fakat basına kapalı olarak yapılan parti grup toplantısında başbakan Şükrü Saraçoğlu şu gerekçeleri vurgulamıştı:
“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”
“Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” (Cumhuriyet 21 Ocak 1943)
Aralık 1942’den Ocak 1943’e kadar İstanbul’da binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi, yine gayrimüslimlere ait ev ve işyeri hacze uğrayarak haraç mezat satıldı. Vergilerini ödeyemeyen tümü gayrimüslimlerden oluşan 1229 kişi 27 Ocak – 3 Temmuz 1943 arasında Aşkale’ye gönderildi. 21 kişi hayatını kaybetti bu kamplarda…
17 Eylül 1943’te TBMM kanunu kaldırdı. Verginin toplam tahsilatı 1942 devlet bütçesinin yüzde 80’ini buluyordu. Bu vergiden sonra aileler dağıldı, İnsanlar vatanlarını terk etti.
Kıssadan hisse Saraçoğlu bu ülkenin bir kısım insanına “Siz bu vatana ait değilsiniz. Malınız mülkünüz de size ait değil” dedi… Ve maalesef nesillerce sürecek olan travmalara sebep oldu…
İşin bir başka üzücü boyutu da şudur:
Tüm bunlara neden olan Saraçoğlu, öldüğü güne kadar Varlık Vergisi’nin haklı ve doğru olduğunu savunmaya devam etti.
Hatta, torunu, Merkez Bankası eski Başkanı Rüşdü Saracoğlu, dedesinin bu politikasını hala savunmaktadır. Nitekim 4 Haziran 2021’de Twitter hesabı üzerinden dedesinin başbakanlığı döneminde uygulanan Varlık Vergisi’ne tepki gösteren takipçilerine şu yanıtı vermişti: “Bir devlet adamı harbi finanse edecek parayı bulmak zorunda. Bazıları Aşkale’ye gidecekse gitsinler. Neticede burası Yunanistan değil Türkiye Cumhuriyeti”, “Senelerce Osmanlının kaymağını yiyenler bir gün Cumhuriyette bunun vergisini vermeliler değil mi?”
Bu kadar uzun bir girişten sonra konumuza gelirsek…
Şükrü Saraçoğlu’nun, Fenerbahçe sevgisi yoğundur. Devlet toplantılarını yarıda kesip maça gitmişliği vardır. Fenerbahçe’ye çok emek vermiştir. 1934-1950 yılları arasında kesintisiz 16 sene Fenerbahçe’nin başkanlığını yapmıştı. Kulüpte en uzun süre başkanlık yapan efsane Başkan Aziz Yıldırım’dan sonraki ikinci başkandır. Bugünkü stadyum arazisini kulübe temelli olarak bağlayan kişidir. 23 Şubat 1934 günü oynanan olaylı geçen Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra Fenerbahçe'nin kapatılmasına kadar gidecek cezaların gündeme geldiği sırada kulübe sahip çıkmış olan başkandır.
Fakat; aynı zamanda toplumumuzun bir kısmına tamir edilemeyecek zararlar vermiştir. Ülkemizin tarihinin orta yerine hala tedavi edilememiş bir yara bırakmıştır. Bu yaranın acısı günümüzde dahi sürmektedir.
Sporun barış, kardeşlik, eşitlik misyonunu unutmadan, bu profile uyabilecek Fenerbahçe tarihine geçmiş çok üstün kişiler varken…
Bu kişinin ismini Fenerbahçe’mizin stadında yaşatmak, doğru mudur?