Yalnız siyah, yalnız beyaz yoktur. Varsa da sakıncaları çoktur. Alışkanlıklar ise bazen iyidir, bazen kötü. Memnunsam niye başka bir yer deneyeyim veya yeni bir yer denersem niye daha memnun kalmayayım?
Yıllardır saat tamiri için aynı yere giderim. Mekân aydınlık, personel beyaz doktor önlüğü giymiş, çoğunlukla güler yüzlüdür. İçeri girdiğinizde saatçi dükkânından ziyade bir muayenehanenin bekleme odasını andırır.
Geçenlerde saatim bozuldu. Bir diğerini taktım. Her ne kadar, ‘kullan, at’ dönemindeysek de kimi alışkanlıklarımdan vazgeçemiyorum. Hepsinden öte günlük hayatın bir parçası olan saat benim için süs eşyası değil. Kadranda minik noktalar yerine üzerinde rakam olması gerekir. Metal kayışlardan hep uzak durdum. Denizin bilmem kaç metre altında ya da duş alırken saate bakma gereksinimi duymadığımdan, ‘su geçirmez’ saatleri de tercih etmem. Velhasıl yeni saat seçerken kolay bir alıcı olduğum söylenemez.
Sözün kısası saat tamiri için her zamanki yere yönelirken eşim, “Senelerdir şu karşıdaki küçük dükkâna giderim” deyince itiraz etmedim. Ne de olsa evde adım çıkmış ‘her şeyi beğenmez’e…
Dükkân küçücük, koruyucu maske takmış biri tezgâhın arkasında, diğeri yan taburede oturan yardımcısı. İki de müşteri girince kımıldanacak yer kalmıyor. Adam saati aldı, evirdi, çevirdi, sustu. Anlaşılan beceremeyecek diye içimden geçirirken gözüm duvardaki çerçeve içinde, zamanla sararmış basılı kâğıdın üzerindeki metne takıldı. Şöyle yazıyordu: “Yalnız elleriyle çalışan insan İŞÇİ’dir. Elleri ve kafasıyla birlikte çalışan insan USTA’dır. Elleri, kafası ve kalbiyle çalışan insan ‘SANATKÂR’dır.”
Saatim kısa sürede onarıldı, pili değişti, siyahla kahverengi arasında bir türlü karar veremediğim deri kayış değişti. Günümüz şartlarında cüzi sayılabilecek ödemenin ardından dışarı çıktık. Hem mutlu oldum, hem de önyargımdan ötürü utandım. Sanat yaratıcılık, zanaat ise ustalık gerektirir. Elektronik saatler çıkalı beri saat tamirciliği de kaybolmakta olan birçok meslek gibi zanaat kültürünü yok ediyor. Keşke biraz daha saygılı olsak…
↔↔↔
Uzun zamandır gürültülü ve kalabalık ana caddeler yerine ara sokaklardan yürümeyi tercih ediyorum. Hem sık geçtiğim halde görmediğim yerleri fark ediyor, hem de nispeten çoğunlukla maskesiz dolaşan daha az kişiyle burun buruna geliyorum. Şükür, COVID artık insanları hastanelik etmiyor, ancak hâlâ yolda aramızda yürümeye devam ediyor. Ayrıca enfluanza, domuz gribi iki arkadaş da peşi sıra gidiyor. Zamane gripleri iki hapşırık, biraz kırıklık olmanın ötesine geçti. COVID’den toparlanmak bir hafta ise, diğerleri on beş gün sürüyor.
↔↔↔
Topağacı’nın en eski mekânlarından biri köşe yapan sokağın başındaki yufkacıdır. Çalışanı aksice ama işinin erbabıdır. Selam vermekte zorlansa bile, yıllardır kalitesinden ödün vermedi. Geçen gün gittiğimde dükkân kapısı açık olmasına rağmen enine gerilmiş kırmızı beyaz bir bant duruyordu. Bariz bir ‘dur’ işaretiydi. Kaldırımdan seslendim. Ağzını örten maske ve eline taktığı şeffaf eldivenlerle, ‘bekleyin’ diyerek siparişimi aldı. Ardından bir eliyle poşeti, diğeriyle de ödeme için beyaz köpükten bir tepsi uzattı. Yine eldivenle kasadan para üstü çıkarıp aynı tepside geri verdi. Operasyon üç dakika bile sürmedi. Son hastane ziyaretimde bile bu kadar seri ve steril hizmet görmedim. Yufkacı hanım elbette önce kendini korumayı hedeflemiştir. Yine de saygı duydum.
Sağlıkla kalın.