O gün değişik bir şey yapalım istemiştim. Öylece ne yaparım diye düşünürken elime Puduhepa ve Kız Kardeşlerinin sohbet kartları geçti. Puduhepa, tarihin ilk barış anlaşması Kadeş’e mührünü basan güçlü kadın, barış kraliçesi. Kız kardeşleri ise NASA'da çalışan ilk Türk olan ve güneşin sırlarını çözen kadın Dilhan Ege Eryurt; hayatı boyunca sanat ve kız çocuklarının eğitimi için çalışan değerli sanatçımız Gülriz Sururi ve adı çiçeklere verilmiş değerli botanikçimiz Prof. Asuman Baytop. Onlar Anadolu coğrafyasının güçlü kadınları. Kadın emeği ile üretilen bez bebekleri ve hikayelerini anlattıkları kitaplarıyla 6-10 yaş kız çocuklarına ilham oluyorlar. Hem küçük kızların kendi güçlerini fark ederek büyümelerine yardımcı oluyorlar hem bez bebekleri yapan kadınlar para kazanıyorlar hem de gelir TOÇEV aracılığı ile başka kız çocuklarının eğitimine destek olmak üzere kullanılıyor. Renan Tan Tavukçuoğlu’nun bu girişimi yıllardır takibimde. Nedense sizlerle tanıştırmamıştım. İşte o gün evde bakınırken sohbet kartlarını hatırladım. Tamam, kız çocukları için hazırlanmıştı. Ama biz de içimizde bir yerde hala o küçük kız çocukları değil miydik? “Hadi” dedim anneme, “Bugün her zaman konuştuğumuz aynı şeyleri konuşmak yerine bu kartlardaki sorulardan yola çıkıp bu oyunu oynayalım.” Ve ilk soru geldi… “Bildiğin bütün kelimeler arasında en sevdiğin hangisi?” Eğlenceli, keyifli ve belki de birbirimizin hiç tanımadığımız yönlerini keşfettiğimiz akış öylece başladı. Sohbet kartları bir gereçti. Onları kullanmanın ve farklı soruları sormanın gücü bizi birbirimize biraz daha yakınlaştırdı.
Derken Netflix’te bir programa denk geldim. Ünlü Amerikan komedyen Caroll Burnett’in yeni programı. Yetişkinlerin, karşılaştıkları sorunları çözmek için beş akıllı bıdığa danıştığı ve çocuklardan kimi zaman etkili, kimi zaman kökten çözümlü, kimi zaman absürt ama yaratıcı çözüm önerileri aldıkları hafif, eğlenceli ve düşündürücü bir program. Bazan gerçekten çocuklara danışmakta fayda var. Sınırlanmamış yaratıcı beyinlerinden gelen saf cevaplar bakış açımızı değiştirebiliyor.
Gereçler söz konusu olduğunda, dikkatimi çeken bir belgesel oldu. Günün gidişatında işler istediğim gibi gitmediğinde, güneş bir türlü açmadığında ya da depresif hallere düştüğümde aydınlığa çıkmak üzere kullanabileceğim gereçler… Bir doktora gitmeniz gerekiyorsa, bunu tabi ertelemeyin. Öte yandan, Netflix’te yeni gösterime giren Stutz belgeselinde 74 yaşındaki psikiyatrist doktor ve Koç Phil Stutz ile hastası olan Yönetmen Jonah Hill arasındaki samimi söyleşiyi izleyerek kullanabileceğiniz bazı gereçleri keşfedebilirsiniz.
Hollywood’un psikiyatristi olarak tanınan Phil Stutz, henüz mesleğe yeni başladığı yıllarda, uzun süren terapi seansları boyunca hastalarına daha güneşli günlerin varlığını hatırlatacak bir yöntem arayışına girer. Bir umut ışığı… Ve böylece ‘gereçler’ doğar. Seanslar boyunca hastalarına anlattıklarını onlara bir bakışta hatırlatacak olan ve titrek elleriyle -çünkü o gençliğinden beri Parkinson hastasıdır- çizdiği kartlar. Tek seansta travmalardan iyileşme değil tabi ama gündelik yaşama dahil edebileceğiniz basit uygulamalarla depresif halden uzaklaşma çabası. “Çünkü resme bakarken ihtiyacınız olan gereci anında hatırlayacaksınız.”
Yaşamın ‘acı, belirsizlik ve çaba’ olduğunu dile getiren Stutz, her zaman ‘yaşam gücünüz’ü hatırlamanız gerektiğini vurguluyor. Ve hemen bir piramit çiziyor. “Yaşam gücünüz bir piramit gibidir. En alttan en yukarı bedeninizle ilişkiniz, diğer insanlarla ilişkiniz ve kendi özünüzle ilişkiniz bunu açığa çıkarır.” Yaşam gücünüz üzerinde her zaman çalışabilirsiniz.
Tabi bu arada ‘gölgeniz’ ve gölgenizden farklı olarak ‘x tarafı’ var. Gölgeniz başkalarının bilmesini istemediğiniz, utandığınız, çekindiğiniz versiyonunuz. X tarafı ise sizin rahat alanınızı bozmamak adına olduğunuz yerde kalmanız gerektiğini size hatırlatan yanınız. Zorluklar karşında yüzleştiğiniz, anti sosyal tarafınız. Sizi değişen yaşamda değişmekten, ilerlemekten, potansiyelinizi açığa çıkarmaktan alıkoyan yanınız. Kim olduğunuza dair çok net sınırlar çizen yanınız. Oysa siz bu sınırların çok daha ötesisiniz. Ve yaratıcılık en büyük zorlukların karşısında açığa çıkar.
‘Labirent’ var bir de. Labirent x tarafının size oyunu. Sizi sürekli aynı geçmiş düşüncelerin içinde tutan bir kafes. Birini affetmediğinizde, adalet aradığınızda… Sizi geçmişe zincirleyen ve yaşamın gerçekleşmesine engel olan hal.
Bizi depresif, karanlık ve mutsuz bir akışta tutan hal ve düşüncelerimizi, gölgemizi, x tarafımızı, labirentlerimizi fark etmek önemli. Sonrası gereçleri (Stutz’un sundukları ve belki de kendi kendinize yarattıklarınız) kullanma çabası ile bir anda karanlık düşüncelerden sıyrılmak çoğu zaman mümkün. Bir ‘inci dizisi’ var mesela “Devam et. Zincire bir sonraki inciyi koyabilirsin. Şu anda, bu durumda anlam vermeden, başarılı ya da başarısız olma derdine düşmeden ne yapabilirsin? Yap ve sonra bir sonraki inciye geç.” Ve ‘minnet akışı’nı yaşa. Önce minnet duyduğun ne varsa düşün. Sonra minnet duygusu halini düşün ve o duyguda kalmaya bak. Hiçbir şeyi düşünmeden sadece duyguda kal. O akış içinde keşfettiğin sevgiyi yay güneş gibi. Almayı beklemeden. Sadece yay.
Stutz’un çizdiği gereçler Parkinson hastalığı nedeniyle titrek. Mükemmel değil. Ancak yaşam da zaten mükemmel değil, inişli çıkışlı. Gereçler onun ‘acı, belirsizlik ve çaba’ olarak tanımladığı yaşamda çabayı kolaylaştıran, belirsizlikte var olmayı destekleyen gereçler.
Ve evet, haklısınız. İncinin içinde bir çöp var ama siz incinin içindeki çöpe odaklanabileceğiniz gibi, çöpün etrafındaki inciye de odaklanmak mümkün.
Siz bugün hangisine odaklanacaksınız?