Geçtiğimiz günlerde yolum Zeytinburnu’na düştü. Yıllardır sahil yolunu kullanarak önünden geçip gittiğim semtin bu denli değişmiş olabileceğini rüyamda görsem inanmazdım. Neredeyse onlarca markalı konut projesiyle Zeytinburnu belli ki ulusal ve uluslararası geniş bir alıcı kitlesine; deniz manzaralı, havalı siteleriyle prestij vaadediyor. Oysa bir asır önce Theodosios Surlarının dışında 1840’larda demir boru, çelik ray, pulluk, top, kılıç, bıçak ve madeni eşya üreten bir dökümhane kurularak sanayileşmenin devlet eliyle başlatıldığı ‘seçilmiş bölgeydi.’
Geçmişte sanayileşme maceramızın kugulandığı, günümüzdeyse lüksün satıldığı semtten geçmek bana dünya ekonomisine eklemlenilmesinde dönüm noktası sayılabilecek 1838 Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşmasını anımsattı. Kısaca bir göz atalım sanayileşme maceramızın dikenli başlangıcına…
Avrupa ve Birleşik Krallık ile asimetrik ve son derece acımasız ekonomik ilişkilerimizin başlangıcı sayabileceğimiz 1838 tarihinden itibaren, 19. yüzyılın hegemonik gücü İngiltere artan üretimini ve gereksinim duyduğu girdileri sağlayacağı pazarlar bulmak amacıyla serbest dış ticaret ideolojisini periferisine empoze etmeye başladı. Telaşlıydı, aceleciydi, hırslıydı. Hammaddeye aç emperyalist kolonizatör dünya devleri önceleri yarı sonra tam sömürge haline getirecekleri Osmanlı İmparatorluğu’nun kaynaklarına elbirliğiyle erişmelilerdi. İngiltere’nin ön aldığı anlaşma kısa zamanda diğer Avrupa ülkelerini de içine alacak biçimde genişletilir.
İngiltere 1820-1840 yılları arasında Latin Amerika’dan Çin’e kadar birçok az gelişmiş ülke ya da yerel iktidarla bazen anlaşarak bazen de zorbaca yöntemlerle serbest ticaret anlaşmaları yaptı. Bu anlaşmalardan Osmanlı’nın payına düşen Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması ise ekonomik iflasın tohumlarını attı. Geleneksel sanayi yerle yeksan oldu. Çünkü açık pazar haline gelen Osmanlı topraklarında ticaret dengesi 15’e 1 oranında İngiltere ve Avrupa Devletleri’nin lehine değişiyordu. Bu tek taraflı kâr amacı güden anlaşmayı o günlerin Avusturya konsolosu şöyle anlatıyordu: “1838 Anlaşması, Osmanlı sanayine düşmandır. Bugün bir Belçikalı tüccar Türkiye 'de sattığı mallar üzerinden yüzde 5 vergi ödemektedir. Oysa bir Türk tüccar imparatorlukta bir vilayetten diğerine mal naklederken dahi yüzde 12 oranında vergi ödemek zorundadır.” Ama mesela aynı dönemde, tehlikenin farkına varan Alman prenslikleri kendi aralarında gümrük birliği (Zollverein) kurarak siyasal birleşme yolunu seçtiler. Alman gümrük birliği (Zollverein) İngiliz mallarına yüksek oranlı vergiler koyarak ithalatı neredeyse imkansızlaştırdı.
1838’de yapılan Baltalimanı Serbest Ticaret Anlaşması adını, Mustafa Reşit Paşa tarafından Balyan Ailesine yaptırılan Baltalimanı Sahilsarayı’ndan alır. Antlaşmaya göre imparatorluk toprakları dahilinde dolaşan yerli mallar vergilendiriliyor, ama yabancı mallardan sadece Osmanlı İmparatorluğu'na giriş veya çıkış yaptıkları noktalarda vergi alınıyordu. Sonradan bu durumun yarattığı yıkımı düzeltmek adına mamul mallar üretecek fabrikalar kurulmak istense de anlaşma yüzünden yükseltilemeyen gümrük vergileri ve bazı Avrupalı şirketlere verilen imtiyazlarla, ithal makinalardan alınan gümrük rüsumu gibi vergilerden muaf tutulmaları rekabeti imkansızlaştırıyordu. Liberal ekonomi koşullarında, zaten bin bir savaşla, cephelerde sınanan Osmanlı insanı başarısız olmaya mahkumdu.
Yazımızı Ekim 1834’te İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerstone için hazırlanan raporu alıntılayarak tamamlayalım: “İmalatçı bir toplum olarak refahımızın birinci öğesi bol ve ucuz malzeme olduğu göz önüne alınırsa, bu ülke bize sınırsız kaynaklar sunmaktadır...pamuk, en iyi kalite ipek, tütün, yün, ilaç hammaddesi, mısır, yağ, kenevir, don yağı, floş üretimine ne engel vardır?. Kambiyo kolaylıkları, bu maddelerin günümüzde büyük miktarlarda dışarıya satıldığı ülkelerin hepsinden oldukça ucuza üretim yapılmasına imkan vermektedir… Osmanlı Devleti’nin ticareti (idari zincirlerden) kurtarıldığı takdirde üretim öylesine büyük olacaktır ki, hammadde fiyatları tüm dünyada düşecek ve Amerika’nın keşfiyle karşılaştırılabilecek bir devrim gerçekleştirilecektir (Kıray, 1993: 70)”.