Geçen hafta ŞALOM için sürpriz bir gelişme oldu ve CHP, 75. yılını kutlayan gazetemizin varlığının bilincine vararak cumartesi günü düzenlediği ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’ toplantısına davetiye gönderdi.
Ve tabii ki gittim. Gazetecilikte dargınlık, alınganlık, kibir gibi insanı öteki ile ilişkisinde aşağıya çeken hislere yer olmamalı zira.
Pandeminin bitmiş olduğu algısı yaratıldığı bir zamanın ruhunda, kapalı bir ortamda 2 bin kişinin davetli olduğu toplantıya maskelerimle gittim. Lakin maske takanların oranının yüzde 1 bile olmadığını görünce paranoyak duygularımın esareti altında kongre merkezine girmeye çalıştım.
İki bin kişinin dışında belki de dışarda bunun yarısı kadar insana rastladım. Davet edilmedikleri halde salona girmek isteyen yüzlerce kişinin umutsuzca kapılardan neredeyse ağlayarak geri döndüklerini gördüğümde CHP tabanının iktidara aşırı derecede aç olduğunu ve bu toplantının onlar için kendi açılarından umutlarını diri tutma vesilesi ve dert ettikleri ülkenin durumunu düzeltmek için sanki salonda varlıklarının olmazsa olmaz bir durum olduğunu düşündükleri hissine kapıldım.
Evet, içeriye girmek için çok büyük azap çekildi. Hıncahınç dolu salonda toplantının başlamasına bir saat kala bile gelen davetlilere ve benim gibi basın mensuplarına yer kalmadığını, ayakta yüzlerce kişinin beklemeye başladığını gördüm.
Evet organizasyon kötü, hem de çok kötü başlamıştı. Bu kadar kaosun içinde bu toplantının ne yönde seyredeceğini merak etmeye başladım; havasız, aşırı sıcak ve iğne atsan yere düşmeyecek bir ortamda. Devasa ekranları göremeyecek kadar insan yığınlarının, yan merdivenlerde ve ikinci katın dev cephesinde ayakta olduğu bir salonda ikinci yüzyıl vizyonunun tanıtılmasının daha işin başında sekteye uğradığını görmek, bizim bildik, eleştiri yapmak için yaşayanlara şahane bir görüntü yaratmıştı.
Lakin bir yandan, memlekete bu kadar dertlenmiş insanlar adına bu eleştirilerin adeta şımarıklık olduğunu düşünürken, bir yandan da öğrenilmiş çaresizlik olduğuna inandığım, “Bu CHP’den bir şey olmaz, daha bir toplantı bile düzenleyemiyorlar” düşüncesi arasında gidip geldiğimi hatırlıyorum, toplantının açılış konuşma zamanlarında.
İnsan psikolojisini ve bizim sosyolojimizi hasbelkader iyi bildiğim için zamanla bu kalabalığın ya sıkılacağından ya da sohbet etme isteğiyle dışarıya fuayelere çıkacaklarını düşündüm ve öyle de oldu. Yarım saat sonra kendimi heyecanlı ve sert sloganlar atan CHP gençlik teşkilatlarının bulunduğu bölümünün merdivenlerinin birinde bulup, koca basın yaka kartımla, “Bu adamın burada ne işi var?” diyen gözlerle birlikte konuşmaları dinlemeye başladım nihayetinde…
Kılıçdaroğlu’nun endüstriyel devrim meselesinde danışmanlığını yaptığı açıklanan Amerikalı Profesör Jeremy Rifkin’in çevrimiçi konuşması benim için hayal kırıklığı oldu. Büyük beklentiler içinde beklediğimiz konuşmanın içeriği, Türkiye’nin sorunlarından bağımsız, tarihi toplumsal devrimleri anlatısından iklim değişikliğine evirilen bir akademik üsluptaydı. Konuşma, salonun çoğunun yabancı dil bilmemesi nedeniyle takip edilmeyen ve ayakta kalan dinleyicilerin dışarıya çıkmasına neden olan, öncesinde Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmanın heyecanının söndüren bir üniversite ders anlatımı niteliğindeydi.
Daha sonra sırasıyla söz alan ekonomi profesörlerinin konuşmaları, Türkiye’yi dert edinenler için bulunmaz bir analiz ve çözüm önerileri sunumlarıydı.
Prof.Dr. Daron Acemoğlu, Prof.Dr. Refet Gürkaynak, Prof.Dr. Ufuk Akçiğit, Prof.Dr. Hakan Kara’nın sunumlarından en çok Akçiğit’in konuşmasını beğendiğimi söylemeliyim. ABD’de akademisyenlik yaptığını öğrendiğimiz Akçiğit, Türkiye’nin özellikle büyümeyi engelleyen yapısal sorunlarıyla genelde söz edilmeyen yetersiz şirket yapılarını ve devletin teşviklerinin nasıl kullanıldığını veya kullanılamadığını anlaşılır grafiklerle anlatmaya çalıştı. Örneğin, ülkede 50’den fazla işçi çalıştıran şirket sayısının çok az olduğunu, ağır regülasyonların buna engel olduğunu ve bunun da gelişme ve büyümeyi büyük ölçüde yavaşlattığını ileri sürdü.
Acemoğlu’nun sunumu ise günümüzdeki iktidarın uygulamalarını doğrudan eleştirdiği bir konuşmaydı. Daron, ona göre ülkenin en önemli üç sorunu, enflasyon, işsizlik ve yolsuzluğun bir an önce durdurulması gerektiğini, kaliteli büyümenin olmadığını ve halihazırdaki büyümenin büyük oranda, yolsuzluk getiren inşaat sektöründen kaynaklandığını belirtti. Ve bütün bu sorunların çözümünde en önemli unsurun demokrasi ve ifade özgürlüğünün vazgeçilmez değerler olduğunu ileri sürdü.
Parti Genel Sekreteri Selin Sayek Böke’nin son derece etkili siyasi konuşması salonu tekrar ayağa kaldırdığında yanımdakine söylediğim, “Kılıçdaroğlu’dan sonra parti başkanı olabilir” düşünceme aldığım cevap ise çok manidardı: “Ailesinde Hıristiyan var, yapmazlar…”
Kılıçdaroğlu’nun gençleri coşturan kapanış konuşması ise seçim döneminin siyasi retorik ve mücadele anlamında çok sert geçeceğinin işaretlerini taşıyordu.
***
CHP belki de Türkiye’de bir ilki hayata geçirerek hem sert siyasi hem de akademik ve teknik konuşmaların bir arada olduğu çok uzun -4,5 saat- bir vizyon toplantısı düzenlemiş oldu. Bunu eleştirenler elbette olacak ama dinozorlukla itham edilen bir partinin biraz kaotik ve organizasyon bozukluklarıyla dolu olsa da böylesi yeni nesil bir etkinlik düzenlemesine tarih mutlaka bir not verecek.
Toplantıyı temelsizce eleştirenlerin büyük bir bölümünün, Rifkin’in, Acemoğlu’nun ve Böke’nin etnik kökenlerine gönderme yapması beklenilir bir argümansızlık örneğiydi. Bu yaklaşım sürdürülebilir bir tutum değil, olmamalı da demokrasi adına.
İnsanların etnik kökenlerinden bağımsız olarak Türkiye’yi dert ederek sorunlara çare aramaları çok değerli ve bunu demode bir ayırımcılık ile karalamak hüzün verici.
Umuyorum ki, Türkiye bu sağlıksız yaklaşımı silecektir zamanla tarih sahnesinden. Irkçılık bitmez ama yalnız kalmalı.
***
Vizyon toplantısının günler sonra hala konuşuluyor olması, etkinliğin büyük ses getirdiğini gösteriyor. Dinozorlukla suçlanan bir parti, kimilerinin şaşkın, kimilerinin kıskanç, kimilerinin ise hayran bakışları arasında yeni bir Türkiye’nin ön hazırlığını mı yapıyor, onu hep birlikte göreceğiz.
Aslolan Türkiye’nin sağlıklı, parlak geleceği ile 85 milyonun refahı ve mutluluğudur son tahlilde.