CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bir süredir sosyal medya hesaplarından duyurusunu yaptığı ‘Vizyon Belgesi’ tanıtımını, ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’ başlığıyla, Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde yaptı.
Organizasyondan başlıyayım. Hayatımda şu ana kadar hiç bu kadar kötü organize edilmişine rastlamadım. Her organizasyonda aksaklıklar olur, olabilir ama başlı başına facianın eşiğinden dönüldüğünü gözlerimle gördüm.
Öncelikle sırf kalabalık olsun diyerek davet edilmiş çok sayıda gençlik kollarının yanı sıra konuyla alakasını kuramadığım binlerce davetli izdihama sebep oldu. Salonda ve özellikle üst katlarda kapılar içeriden etten duvardı. Allah korusun bir panik anı olsa yahut biri rahatsızlansa mümkün değil çıkamazdı. İnsanlar birbirlerini ezebilirdi o panikle. Bunun sorumsuzluğunu nasıl üstlenebildiler yahut nasıl görmezden geldiler anlamak mümkün değil. Can güvenliği hiçe sayılmıştı. Dışarıda ise yeterince güvenlik önlemi alınmadığı gibi gişelerden üst üste geçmeye çalışanlar birbirlerini itekleyerek eziyordu. Yaşını başını almış insanların birbirlerini iteklemesi çok utandırıcıydı ama sanırım yine kimse utanmadı. Elbette faturayı tamamen CHP’ye kesmek doğru değil yine de itirazım var. Öyle bir organizasyon yaparsınız ki, kimse bu kargaşaya ve kaosa yeltenemez. Öyle de olmalıydı. Yani birileri yine işini yapmadı.
Organizasyon şirketi CHP imajını daha girişte yerle bir etti.
O kadar insanı içeriye sığdırmak gibi saygısızca ve fantastik bir organizasyon yerine öngörülebilir insana saygılı bir plan yapılsaydı, okyanusları geçmeye çalışan bir parti daha derede itibar kaybetmezdi.
Yapılacak çok şey vardı. En basiti Lütfi Kırdar’ın her yerini ekranlarla donatıp böyle bir izdihama yol açmayacak ve kalabalığa nefes aldıracak alanlar sağlardınız. Kaldı ki; en azından gençlik kollarının tüm üst katı işgal etmesi basını komple işini yapamaz hale getirdi. Gazetecilere salon dışında üst katta çok küçük bir koridor ayrılmıştı. İçeride kendisine yer bulamayan gazeteciler zaten ya halkın arasında kaldı ya da merdivenlerde işini yapabilmek adına helak oldu.
Bir önemi yok muhakkak Türkiye’de protesto kültürü yerleşik olmadığından siz söylediğinizle kalıyorsunuz. Belki benimki de öyle oldu. Ben mesleğe duyulmayan saygı ve insana verilmeyen değer sebebiyle bir saat kalıp çıktım.
Instagram ve Twitter’dan paylaştım durumu. Anlayışla karşılayanlar olduğu gibi yine bu konuda da iki kutuptan cevaplar aldım. Bana katılanlarla özel ilgi istediğimi sananlar arasında pek yazan yoktu. Oysa kastettiğim basına en azından işini yapabilecek bir alan tanınmasıydı. Ayakta olması sorun değil. Ama üstünüze biri çıkmadan yahut sırtınızdan tırmanarak maça gelmiş gibi tezahürat yapanların her türlü çekimi böldüğü bir atmosfer değildi beklentim. Gazetecilerin zor koşullarda çalıştığı doğrudur, bu kimi zaman savaş kimi zaman zorlu bir koşuşturma olur ama nitelik olarak organizasyonda ötelendiği bir duruma zorluk denemez ve bu kabul edilemez. Gariptir insanların içindeki değersizlik sanki o kadar çok büyümüş ki, insanca davranılmayı lüks sanan ya da konfor olarak görenler var. Bana gelen yorumlardan yapıyorum bu çıkarımı. Umarım yanılıyorumdur. Çünkü bizler için en olması gereken hal insanca yaşamak, insan onuruna yakışır şekilde davranmak ve davranılmak.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi ya da yakınlarından biri bu yazıyı okuyorsa dikkate almasını dilerim. Kaos, organizasyon şirketiyle başlar bir bakmışsınız partinin tüm tavrına aksiyonlarına yayılmış. Bir yerden başlar yol olur gider böyle şeyler.
Gelelim içeriğe: açık ara en iyi konuşan Refet Gürkaynak oldu. Herkesin nasıl fakirleştiğini, enflasyonun ne derece yıkıcı olduğunu çok net anlattı. Enflasyonla büyümenin mümkün olmadığını ve enflasyonu düşürmenin toplumsal mutabakata tabii olduğunu anlaşılır bir dille ifade etti.
“Enflasyonu düşüreceğiz diye yola çıkmak Türkiye’yi birleştiren bir şey.”
Komuta ekonomisi yerine piyasa ekonomisine dönmeli Türkiye. Bunu söylerken iki uçta da savrulmayan bir Türkiye örneği verdi. Yani ne Sovyetik komuta ekonomisi ne de vahşi kapitalizm kapanını önerdi. Lakin bipolar olan Türkiye bu gri alanlara nasıl geçecek merak ediyorum. Çok ihtiyacı var grilere.
Dahası;
“Makro ihtiyati politikaların şu an bir sahibi yok. Kamu maliyesinin ıslah olması, vergi reformu ama bunun için de toplumsal mutabakat gereken bir vergi reformu gerekiyor. Aldığı kararı uygulayabilen bir devlet. Bunlar yapıldığında merkez bankası da işini yapmaya kadir hale geliyor.”
Konuşmasını hazırlamadan önce attığı tweet epey acıklı. “Türkiye'de iktisat politikası üzerine bir konuşma için slayt yazdım, yazarken bir defa daha bu ülkenin bu hale getirilmesine büyük öfke duydum. Varlık içinde yokluk yaşatılmak hem acı hem utanç verici.”
Konuşmasına noktasına virgülüne kadar katılıyorum. Keza Hakan Kara’nın anlattıkları çok değerliydi. Katılmamak mümkün değil. Daron Acemoğlu, Türkiye’deki konuşmalara aslında geç gelen bir isim. Daha önce bir şekilde çok pahalı kalıyordu sanırım ancak şimdi bir görev de üstlenmenin bilinciyle olsa gerek iyi bir konuşma yaptı. Düşük kalite büyümenin verimlilik açısından hiçbir fayda sağlamadığını anlattı. Yolsuzluğun özellikle 2006’dan sonra arttığını rakamsal bazda açıkladı. Daron Acemoğlu’nun sunumunda Türkiye’nin aslında 2006’dan sonra gerileme dönemine girdiği bariz ortada.
Düşük kaliteli verimsiz büyümenin en önemli unsurlarından biri elbette insan kaynaklarının düşmesi. Yani iyi eğitimli bu sistemde kendine yer bulamıyor. Teknolojiye yapılmayan yatırımlardan bahsetmiyorum bile…
Öte yandan açıkça söylemek gerekirse; Hacer Fogo ve Selin Sayek Böke’nin konuşmalarını çok motive edici bulmadım. Sistemi, yardımlarla donatıp ‘mağdur devlet’ haline dönüşmek beni ürkütüyor. Devlet zaten işini iyi yaptığı ve “çalmadığı” sürece yardımlara bu derece gerek de yok. Ayrıca yardım düzeninde vatandaş diye bir şey kalmıyor. Parti devletlerinin beslediği kitleler tuhaf yığınlara dönüşüyor. Toplumsalllıktan çıkılıyor.
Hacer Fogo elbette haklı ama iktidara gelmeden açıkladıkları çok detaylı kaldı.
Diğer yandan Jeremy Rifkin’in buzulların erimesine değindiği konuşması hiç ilgi çekmedi. Almanya ile adeta centilmenlik anlaşması imzalamış gibi Türkiye ekonomisi nasıl kurtulur adına pek oralı değildi. Ya da bana öyle geldi.
Selin Sayek Böke’nin bahsettiği ve sanırım artık kimilerince takıntı haline gelen İstanbul Sözleşmesi ise bana sorarsanız günün konusu olacak gündem değildi.
İşin enteresan yanı Tayyip Erdoğan ve ailesi de çıkmak istememişti İstanbul Sözleşmesi’nden ancak Bahçeli çok kararlıydı. Konuyu kestirip attı. Aile birliği açısından zararlı buldu. Doğrudur, değildir haliyle tartışmıyorum.
İktidara geldiğinde bunu sahiden konuşursun hiç itirazım yok. Ama bugün İstanbul Sözleşmesi yüzünden CHP’ye oy kazandıracak bir kitle yok. Dahası ekonomi o kadar bozuldu ki İstanbul Sözleşmesi’ne gelene kadar ortada toplum kalır mı bilmem. Yüksek enflasyonlar tüm toplum dokusunu bozar. Öyle de oluyor.
Sunum içeriği ve isimler kendi alanlarında değerli ve bilgili kişilerdi. Fakat davetli kitlesi sunumu sindirecek durumda değildi. Böyle bir ilk sunumun arzu ettiği kitle; iş dünyası ve daha önemlisi sahada olan insanlar olmalıydı. Ekonomistler bile yeri geldiğinde teknik ve teorik kalabilir ancak sahadaki insanlar neyin ne olduğunu iyi bilirler. Dolayısıyla iş adamları, uygulayıcıların ve işi yerinden bilen gerçek kişilerin orada yer bulmaması talihsiz olmuş. Ben CHP’nin, eski kafası karışık CHP’den bir türlü yakasını kurtaramadığını ne yazık ki bu vesileyle gördüm.
Bu arada AKP politikaları yüzünden yerin dibine gömülen ‘elit’ tanımını CHP’nin de bu derece sahiplenmesi çok acıklı değil mi? CHP, AKP’nin gölge partisi gibi kalmaya devam ediyor. Çünkü bu ülkede yıllardır elit gençlik yetişmiyor! Farkında mısınız? Olanları kaçırıyorlar, elit kesim görünsün istenmiyor. Ayrıcalıklı, imtiyazlı demiyorum. Yıllardır iktidardan; sırf iyi eğitimli, yetenekli, değerleri olan bireyler olduğu için dayak yiyen, kesimden bahsediyorum. Sistemin onlara lal ve kör olduğu aşikar.
Peki ya Kemal Bey siz nasıl bir gençlik öneriyorsunuz?
Bu yazıyı okuyorsanız ben danıştıklarınıza tekrar bakın derim Kemal Bey. Belli ki size olanı olduğu gibi aktarma prosesinde bir sıkıntı yaşanıyor.