Elli yılı geçiyor. Şiir yolculuğumun ilk adımlarında, Yahya Kemal Beyatlı benim en sevdiğim şairlerdendi. Onun Kendi Gök Kubbemiz kitabını kim bilir kaç kez keyifle okumuştum; ama sonradan hiç elim gitmedi. Kimi şiirlerini de bugün o eski heyecanla okuyamadığımı söylemeliyim. Bir süre önce denemelerimde birkaç dizesini kullandığım, onun Düşünce adlı şiiriyle internet ortamında karşılaştım. Şiiri okurken sanki diğerlerinden bağımsız kalmış bir dizesine nedense takıldım:
“İnsanlar anlaşıldı. Cihȃnın da sırrı yok.”
Dizenin şiirselliği bir yana, o anda yalnızca anlamına odaklandım. Gerçekten insanları anlıyor muyuz, dünyanın, evrenin gizemleri çözüldü mü, diye düşündüm. Doğrusu soruma olumlu bir yanıt veremedim. Bilim insanları her şeyi biliyorlar da, yoksa bu konularda ben mi cahil kalmışım? Ayrıca şair nasıl öyle kesin bir saptamada bulunmuş, onu da çözemedim. Bu sırada şair sözüdür bu diye geçiştirirken, Fuzuli’nin ünlü dizesini anımsadım:
“Aldanma ki şair sözü elbet yalandır.”
Ben Bayatlı yalan söylüyor demeyeyim, ama bir şairin dünyası hayalden de ötedir diyerek sözü bağlamak isterdim. Oysaki sorumun çengeli bir kez beynime takılmış, beni hiç rahat bırakmıyor: İnsanlar kadar, evren hakkında her şeyi biliyor muyuz? Bilim insanları sorularımıza doyurucu yanıtlar verebiliyor mu?
Okuduğum, bildiğim kadarıyla şunu söyleyebilirim: Beyatlı’nın Düşünce şiirini yazdığından bu yana, gelişen teknoloji kadar, her alanda ortaya konulan buluşlar, o güne değin bildiklerimizden daha çoktur! Buna karşın evrenin kimi gizemleri çözülürken, yenileri sürekli karşımıza çıkmaktadır.
Yuval Noah Harari’nin, Homo Deus kitabını okurken onun şu sözlerini not almıştım:
“En büyük bilimsel keşif ‘cehaletin’ keşfidir. İnsanlar bir kez dünya hakkında ne kadar az şey bildiklerini fark edince, sonu ilerlemeye çıkan bilimsel yolları aydınlatan bilginin peşinde koşmak için pek çok nedene sahip oldular.”
Başta Konfiçyüs ve Sokrates olmak üzere birçok düşünür, bilmediğini bilmenin erdemini savunmuşlar, bilgeliğin ancak bu şekilde kazanılacağını söylemişlerdir. Elbette ki her konuda bilgi sahibi olmamız olanaksızdır. Önemli olan neyi bilip neyi bilmediğimizdir; ancak bu yolda, kendimizi geliştirmek için ilk adımı atmış oluyoruz. Daha da önemlisi bildiklerimizden de kuşku duyabilmektir.
Araya ünlü düşünür Lao Tzu’nun şu sözünü de eklemek isterim: “Bilge bilmediğini bilendir. Aptalsa bilmediğini bilmeyen.”
Hariri, en büyük bilimsel keşif olarak cahilliğin keşfini savunurken, on altıncı yüzyılda Avrupa’da başlayan reform hareketlerini örnek göstererek, elde edilen bilimsel başarıları ortaya koyuyor.
İnsana gelince…
Bedeni hakkında çok şey bilebiliriz, ama o bedeni taşıyan insanı tanımak, anlamak… Sanırım en güç olanı o!