Deneme yazılarımda kavramlar ve onun karşıtlarıyla düşünmek, çağrışımlarından esinlenerek yorumlar yapmak, benim için ayrı bir keyif oluyor. Karşıtlıklar deyince, içlerinden birçoğunu bildiğimiz kesin sınırlarla tanımlıyoruz: Sıcak-soğuk, hızlı-yavaş, beyaz-siyah, gece-gündüz ve benzerleri… Ben aslında diğerlerini bir yana bırakarak sözü yalnızca sevgi sözcüğüne getirmek istiyorum. Bugüne değin bu duygunun karşıtını, gerek konuşmalarımda ve gerekse yazılarımda hep nefret olarak ele almışım. Oysaki Amerikalı varoluşçu düşünür Rollo May’in bir yazısı bu konu üstünde yeniden düşünmemi sağladı. May, bu yazısında sevginin karşıtının nefret değil, kayıtsızlık olduğunu söylüyor.
Ünlü düşünürün bu yaklaşımına katılıyorum. Elbette ki ele aldığımız her kavramın karşıtıyla birlikte ara dereceleri de yer alacaktır. Bunu göz önünde bulundurarak, kayıtsızlık üstüne düşünebiliriz.
O halde kayıtsızlık nedir, diye soralım.
Bana göre öncelikle bir sorumluluktan kaçıştır; aldırmazlık, ilgisizlik, duyarsızlık, umursamazlıktır. Rollo May’in görüşüyle bunlara sevgisizliği de ekleyebiliriz. Bu davranışımızı yalnızca bir insana değil, bir ülküye, bir inanca, bir topluma ya da bir topluluğa yöneltmiş olabiliriz.
Günümüzde, gerek sosyal ve gerekse kültürel alanda, giderek çoğalan bir kayıtsızlığın egemen olduğunu görüyoruz. Bu tür bir davranışı bir yaşam tarzı olarak benimseyenleri de izliyor, okuyoruz. Oysaki hayatın temeli olması gereken sevgiyi aşındırdığı gerçeğini de görmezden gelemiyoruz. Bu gerçek, ne yazık ki her an farklı kılıklarda karşımıza çıkıyor. Kadın-erkek ilişkilerinden aile içi davranışlara, yönetenlerden yönetilenlere gösterilen yaklaşımlara kadar… Yoksun kaldığımız her türlü ilgi, bir nefret kıvılcımıyla başlamış olsa da sonunda bizi kayıtsızlığa sürükleyebiliyor.
Bu konuda İrlandalı yazar Bernard Shaw’un şu sözlerini anımsatmak isterim:
“İnsanlara karşı yapılabilecek en büyük kötülük onlardan nefret etmek değil, onlara karşı kayıtsız kalmaktır. Asıl zalimlik budur.”
Bizim dışımızda gelişen kimi olaylara karşı kayıtsız kalabiliriz, ama konu yakından ilgilendiğimiz bir insan olunca gerçekten üstünde düşünmemiz gerekiyor. Sevginin her zaman karşılıklı olarak gösterdiğimiz ilgi oranında korunduğunu, geliştiğini biliyoruz. Öyle ki, kimi zaman baskın çıkan nefret duygumuzun bile aşırı bir sevgiden kaynaklandığını görebiliyoruz. Buna karşın bizden sevgi bekleyen bir insana karşı sergilediğimiz kayıtsızca bir davranış, geniş bir zaman dilimine yayıldıkça nefretten daha incitici, daha yıkıcı olabileceğini de söyleyebiliriz.
Sözü çok uzatmadan, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel’in şu sözleriyle noktalamak istiyorum:
“Sevginin karşıtı nefret değil, kayıtsızlıktır.
Sanatın karşıtı çirkinlik değil, kayıtsızlıktır.
İnancın karşıtı sapkınlık değil, kayıtsızlıktır.
Ve hayatın karşıtı ölüm değil, kayıtsızlıktır.”
Kayıtsızlığın değil, sevginin egemen olacağı bir dünya özlemiyle…