2016’da, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasının oylandığı Brexit referandumunun hemen öncesinde, Brexit taraftarlarını arttırmak ve ikna etmek için korkutma stratejisi hayata geçirilmişti. Dönemin Adalet Bakanı Michael Gove ve Londra Belediye Başkanı Boris Johnson, taraftarlarına "76 milyonluk Türkiye'nin AB kapısında beklediğini" iddia etmiş ve Muhafazakâr Parti’nin ileri gelenlerinden bir siyasetçi ise korkunç bir yalana imza atmıştı. Ona göre eğer AB’den çıkılmadığı taktirde bir gün AB’ye girecek olan Türkiye’ye her sene hazineden ve halkın sosyal güvenlik birikimlerinden milyarlarca pound aktarılacaktı.
Tam ‘gerçek sonrası’ dönemine uygun bu korkunç yalan kimi analistlere göre son derece işe yaramış ve AB’den ayrılma kararının kıl payı geçmesinde bu yalanın büyük rolü olmuştu. Zaten oylamadan sonra bu yalanı atan yetkili özür dilemiş ama iş işten geçmiş olacaktı.
***
Gerçek sonrası dönem yalanlarından ve kimi kesimlerce gerçeği yok etme veya çarpıtma uğraşılarından şikayet etme sırası, bugünlerde büyük bir siyasi karışıklık yaşayan İsrail’e gelmiş durumda.
Geçtiğimiz kasım ayında yapılan seçimi kaybeden liberal hükümetin başbakanı Yair Lapid, üç haftalık yeni hükümeti protesto etmek için halkı sokağa çağırmakla meşgul. Şöyle diyor:
‘’Tarihteki her anti-demokratik rejim gibi onların da -Netanyahu ve aşırı sağ koalisyonun taraftarlarının- hep istediği buydu: Gerçeği ortaya çıkarmak yerine onu kontrol etmek. Hükümranlıklarını sağlamak adına, onlara yararlı olması ve ihtiyaçlarına cevap vermesi için, gerçeği yepyeni bir kalıba sokmak ve biçimlendirmek tek amaçları. Örneğin bizim geçmiş hükümetin Araplara 53 milyar şekel transfer ettiğimizi iddia ettiler. Külliyen yalandı ama çoğu kesim bu yalana inandı.
Gerçeklerin - demografi, coğrafya, uluslararası ilişkiler, ekonomi ve güvenlik konularında oluşan gerçek gerçeklerin, düşüşlerine neden olabileceğini anladılar ve bu nedenle son derece iddialı bir göreve giriştiler: gerçeği iptal etmek ve onun yerine bağlamdan yani, gerçeklerden kopuk ve kendi başına var olan, ısmarlama bir gerçek yaratma peşinde oldular.”
Lapid bu açıklamayı yeni hükümetin, İsrail’deki adalet mekanizmasını alabora edebilecek ve ona göre, ülkede Netanyahu ve aşırı sağın ilelebet iktidarını sağlayabilmeye yol açabilecek, yargının bazı yetkilerini meclise devretmeye yönelik hamleleri üzerine yaptı ve İsrail halkını bu gelişmenin önüne geçmek için sokağa çağırdı.
Eski Başbakan, ‘milli irade’ gibi halkın meşru iradesi kavramına bu hükümetin yeni ama olumsuz bir açılım yaptığını iddia ediyor ve yeni sürüm milli irade kavramının, Netanyahu hükümeti tarafından kendilerine karşı çıkanların görüşlerini hiç kale almayan ve onlara karşı mümkün olduğunca kendi taraftarlarını konsolide etmeyi amaçlayan bir duruma dönüştürüldüğünü iddia ediyor.
Yeni Adalet Bakanı Levin, geçenlerde hükümetin; anayasası olmayan ama demokratik gelenekler ve İsrail’in tarihi dokusunu gözeterek kararlara imza atan İsrail Yüksek Mahkemesinin yetkilerini sınırlandıran, yargının hakimlerin seçimi üzerindeki etkisini azaltan ve meclisin mahkeme kararlarını geçersiz kılmasına izin veren bir yasa planladıklarını duyurmuştu. Hükümete göre İsrail adaleti bugün solcu hakimlerin vesayeti altında ve bu yargıçlar, meşru hükümetlerin istedikleri kararları yürürlüğe koymayı engelleyen ve milli iradeye karşı çıkacak nitelikte bir vesayet rejimi kurmuş durumdalar.
Yeni yargı planına göre, yeni hükümet, yargı mensuplarını atama komitesinde halen dokuz olan üye sayısını 11’e çıkaracak ve bu üyelerin yedisini kendisi seçecek. Bu üye çoğunluğu, hükümetin, yargıçların atanmasında tek söz sahibi olacağı anlamına geliyor.
Diasporadaki Yahudi toplumlarının şiddetli eleştirilerine de maruz kalan adalet sistemindeki değişiklik önerilerine değin siyasi analistler, koalisyonun önerdiği bu değişikliklerin İsrail'in dinamik ama aynı zamanda kırılgan olan liberal demokrasisinin doğasını tamamen değiştireceğini söylüyor.
Lapid ve İsrail’in diğer muhalif kesimlerinin projeye şiddetle karşı çıkmalarında en büyük motivasyon, bu analistlerin görüşüne ek olarak, ülkenin demokrasisinde geri dönülemez ve onarılamaz büyük yaralar açılacağı endişeleri yatıyor. Bu nedenle Lapid, İsraillileri sokağa çıkıp protesto etmeye çağırıyor sürekli olarak.
***
Evet İsrail, dünyadaki bir takım dinamik ülkeler gibi siyasi ve kültürel kutuplaşmanın sancılarını çekiyor.
Dünyadaki mevcut merkez sağ düşünce gittikçe popülist, öteki’yi kale almayan, yabancı düşmanı ve ülke yönetimini neredeyse sonsuza değin elinde tutmayı tasarlayan yeni bir sağ anlayışın içine girmiş durumda.
ABD ve son olarak Brezilya’da seçimleri kaybeden popülist sağcıların darbe teşebbüsleri bu çarpık yeni anlayışın en belirgin ve vahim sonuçları olarak tarihe geçmiş durumda.
İsrail ise kuruluşundan beri Batı’nın yerleşik demokrasisini kendine en başından beri örnek almış bir devlet olmuştu.
Şimdi birileri ısrarla ve üst perdeden haykırarak bunu kaybetmenin eşiğine geldiklerini iddia ediyor.
İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog da ülkenin derin bir çatışmanın ve parçalanmanın eşiğinde olduğunu söylüyor.
Bibi Netanyahu ve yanında az kalmış birkaç akil insanın buna yol açabilecek bir gelişmeye imza atmayacaklarına inanmak istiyorum.
Yoksa Ortadoğu’nun yegâne demokrasisine gerçekten yazık olacak…
Son söz: Gerçeği, dünyadaki yeni popülist sağ ve sol akımların çarpıtmalarına teslim etmemek lazım.
Yalan ve çarpıtmalarla ve bunu yayanlarla mücadele, boynumuzun borcu olsun, insanlık adına, hakikat adına.