Lütfen, “her şey bitti de dinozorlara mı kaldık?” demeyin. (Hemen dikkatinizi de çekeyim maksadım herhangi bir siyasi veya içtimai bir konuya atıf yapmak veya benzetmede bulunmak değildir. Önemle not etmenizi rica ederim…)
İlk dinozor kalıntısının 17. asırda1 bulunmasından itibaren tüm ilim dünyasını heyecan sarmış ve iskelet aramalarına başlanmıştır.
Meksika’dan Japonya’ya kadar çeşitli şekil ve boyutlarda bu tür yaratıkların izleri toprak altından çıkarıldı. 1000’den fazla karada, denizde yaşayan ve de uçabilen türler tespit edildi… (Ülkemizde de 1999 yılında Kastamonu’da bir deniz dinozorunun kafatası fosili bulundu.)
Tahmin edeceğiniz gibi her ülke de kendi dinozorlarını daha iyi tanıtmak için elinden geleni yaptı… Müze salonları bunlara uyum sağlayacak şekilde genişletildi…
Bununla yetinmediler. Şahane kurgu filmleri çevrildi. Ardından dinozor parkları yapıldı. Çeşitli madde ve teknikler kullanılarak aslına uygun hareket edebilen taklitleri teşhir edildi…
Ülkemiz de geri kalamazdı tabii.
Bu meyanda kulunuz yıllar evvel Göynük (Antalya) Parkını ziyaret etmişti. Bazıları replikalar -sınırlı da olsa- sallanıp bağırıyordu. Çok eğlenmiştik. Günümüzde Ankara, Adana ve İstanbul’da da yenileri açıldı.
Peki, bu ilgi neden?
Araştırılmakta olan birinci husus, bu devlerin nasıl ve hangi etkenlerin bir araya gelmesiyle dünyada peydahladığıdır. Ez kaza aynı şartlar bir araya gelirse dinozorları tekrar dünyamızda görebilir miyiz?
Dilerseniz önce mitolojilere bakalım.
Kaos’tan başlayarak, Gaia ve Oranos’la (Zeus’un atalarıdır) devam eden, Yunan tanrılarının aralarındaki akıl almaz mücadelelerini uzun uzun anlatmayacağım. Özetle, bu dev yaratıklar tabiat ile ilgili tanrıların rekabetlerinin bir ürünüdür ve yanlışlıkla yaratılmışlardır.
Hint hatta Japon efsanelerinde de benzer tariflere rastlıyoruz.
Tora’da böyle bir yaratığa atıf yok. Bereşit çok kısa cümlelerle yalnız Tanrı’nın oğullarından (insan görünümlü) bahseder ve onları üstün nitelikli ‘devler’ olarak niteler2…
İlim adamları (okuduklarımı yanlış anlamadıysam) önce dünyamızın uzayda yer aldığını bilmemiz gerektiğini söylüyor… Dünyamızın yakın veya uzak çevresinde meydana gelen dalgalanmaların bizleri de etkilediği de mutlaktır.
Bu çerçeve içinde milyarlarca fiziksel kimyasal ve biyolojik faktörlerin bir araya gelip dünyamızdaki şartlara uyum göstererek, belli tip canlıları yaratması mümkündür…
Dünyamızın takriben 4,5 milyar yaşında olduğu ve dinozorların da yaklaşık 230 milyon yıl evvel ortaya çıktıklarını düşünürsek bu varsayım epey inandırıcı olmaktadır.
İkinci çarpıcı nokta, dinozorların beyinleridir. Halihazır dünyamızdaki hayvanların özelliklerine bakarsak çapları ve ağırlıklarıyla, beyinlerinin ağırlıklarının genellikle orantılı olduklarını görmekteyiz.
Örneğin mavi balinaların (ağırlıkları 100 tonu geçer) beyni 8 kilo, filin (6 ton çekebilir) beyni 5,5-6 kilo veya farenin beyin ağırlığı takriben 1 gramdır…
Bazı dinozorların ağırlıklarının 70 (yazı ile yetmiş) tona ulaştığı araştırmacılar tarafından ilan edilmiştir. Şimdi sıkı durun kafataslarının içindeki beyin ağırlıkları 1,5 gram (yanlış okumadınız gram yazdım) ile 80 gram arasında değişmektedir.
Tahmin edeceğiniz gibi, cüsse ile beyin arasındaki, bu çarpıcı tenakuz, ilk yıllarda bu yaratıkların bir aptallar sürüsünden ibaret olduğu ve her davranışlarında yaşadıkları çevreye zarar vererek yaşam alanlarını yok ettikleri yorumlarına sebebiyet vermiştir. Hatta yaşam sürelerini azami 30 yıl ile sınırlayanlar olmuştur.
Dinozorlar yapılan hesaplamalara göre 65 milyon yıl önce ve dünyamıza çarpan takriben 12 kilometre çapında bir meteorun yarattığı küresel iklim değişiklikleri sonucu yok olduğu tüm ilgili kaynaklar tarafından teyit edilmiştir… Basit bir hesapla 170 milyon yıl gezegenimizde var olmuşlar…
Yapılan araştırmalar beyinlerinin yalnız kafatasları içinde mevcut organdan ibaret olmadığını vücutlarının başka yerlerinde de beyine benzer yapıların mevcut olduğunu hatta bazı türlerinin birden fazla beyne sahip oldukları ispata çalışılmıştır…
Özetle dinozorlarımız zannedildiği kadar aptal değillerdi.
Temennim, onları meydan getiren şartların çok daha uzun asırlar gerçekleşmemesidir3.
---
1 İlk kemik 1626 yılında bulunmuşsa da bunun mitolojik bir yaratığa değil de bir hayvana ait olduğunu ancak 1841 yılında İngiliz bilim adamı Richard Owen tarafından belirlendi. Kelimeyi de türeten o dur. Yunanca Deinos (çok büyük) ve Sauros (kertenkele) sözcüklerinin birleşmesinden meydan gelmiştir.
2 Bereşit 6/4… Bir de Tanah’ın Ketubim bölümündeki Job kitabını da hatırlayalım. Bilindiği gibi Job‘un kendisi bir deniz yaratığının içinde birkaç gün geçirmişti…
3 Okuduğum bir incelemede beş yıl sonra dinozorların ortaya çıkabilme ihtimalinden bahsediliyordu. Aman dikkatli olun ve ‘King Kong’ filmini hatırlayın.