Şu anda çok kişinin kol saati kullanmadığını görüyorum, ama nedense benim ona karşı sanki bir bağımlılığım var. Koluma taktığım ilk saati on üç yaşımda hediye almıştım. O günden bu yana sürekli kullanıyor, yıkandığım süre dışında bileğimden hiç çıkarmıyorum. Bunların markaları, modelleri teknolojiyle birlikte sürekli değişiyor olsa da, benim için hiç önemli olmadı. Yeter ki doğru zamanı göstersin. Gerçi bugün hangi ekrana baksam, o an saatin kaç olduğunu öğrenebilirim, ama saat takmadığımda kolumda büyük bir eksiklik hissediyorum. Benim için zaman duruyor sanki.
Turgut Uyar, Büyük Saat’in bir dizesinde şöyle diyor: “Durursa anlaşılır saatin kaç olduğu.”
Değil mi ki bir enerji kaynağıyla çalışıyor, tükendiği bir anda da duruveriyor. Nitekim geçenlerde çıkacağım bir yolculuğun sabahında, geç kalma kaygısıyla saatime bakıyordum ki durmuş. Uçak saatine daha çok zaman olmasına karşın yaşadığım tedirginliği anlatamam. Gerçi kol saatim çalışmasa cep telefonum var, oradan izleyebilirim, ama bileğimde görme alışkanlığı yok mu, bundan vazgeçmek pek kolay olmuyor. Bu yüzden yolculuk sırasında bir saatçi aramış, pilini değiştirdikten sonra rahatlamıştım.
Başkalarının bu tür bir kaygısı olmadığına göre, bu tedirginliğimin gençliğimden bu yana süren bir alışkanlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Bunun yanında zamana karşı gösterdiğim özenin de bunda etkili olduğunu sanıyorum. Özellikle süreyle ilgili ilişkilerimi korumak, bir araya gelmek, bir işi tamamlamak, verdiğim sözleri aksatmamak için, gözümün sürekli saatin ekranında olduğunu söylemeliyim.
Çevreme baktığımda zamana olduğu kadar verilen sözlere özen göstermede, azınlıkta kaldığımı söylemek isterim. Ne denli kendimi saate, dolayısıyla bir zamana bağlı hissetsem de, ne yazık ki aynı yaklaşımı ilişkide bulunduğum herkeste göremiyorum. Özellikle toplumda bir saygı göstergesi olarak ele alınması gereken bu özenli davranışın, aynı zamanda gelişmişlik düzeyinin bir yansıması olduğunu düşünüyorum.
İngiliz devlet adamı Lord Chesterfield, bu konuya biraz da espriyle yaklaşarak şöyle diyor: “Dakikaların üstüne titremenizi salık veririm; çünkü saatler kendi başlarının çaresine bakarlar.” Ne de olsa saatleri oluşturan dakikalar değil midir?
Ben daha çok İngilizleri bilirdim; ama okuduğum bir haberde, dünyanın en dakik insanlarının İsviçreliler olduğunu yazıyordu. En iyi saatlerin bu ülkede üretilmesi de bir rastlantı olmasa gerek! Bu herkesin zamanına saygı gösterildiği ortam, uyum içinde olan insanlara doğal gelirken, toplumdaki bir yabancıyı sanırım tedirgin edebilir.
Zamanın ne kadar değerli olduğunu ve herkes için farklı anlamlar ifade ettiğini söylemeye gerek yok. Hakan Günday, Piç adlı romanında şöyle diyor:
“Pahalı saatler takan insanların zamanları değerlidir. Ama bir terasta yaşıyor ve saati sokaktaki yabancılardan öğreniyorsanız, zaman size sonsuzmuş gibi gelir.”
Sözü uzatmak istemiyorum, ama ilginç değil mi, koluma taktığım bir saat bana neleri çağrıştırıyor.