“Bir yerin yerlisi olmak için oranın lisanını konuşmayı öğrenmek gerek.” Robin Wall Kimmerer
Ormanı tanımak istiyorsanız ormanı dinlemek durumundasınız; denizi tanımak istiyorsanız denizi de gökyüzünü de dinlemek durumundasınız. İnsanı tanımak istiyorsanız, insanı dinlemelisiniz.
Ve insan dünyanın dört bir yanına dağıldığından beri, farklı lisanları konuştu. Gün geldi hâkim kültür yerel lisanları baskıladı. Bugün UNESCO verilerine göre dünya üzerinde 2500’den fazla dil tehdit altında.
Her yıl 21 Şubat günü Uluslararası Anadil Günü olarak değerlendiriliyor ve bu kayboluş hakkında bir farkındalık yaratılmaya çalışılıyor.
Yağmurlu bir San Francisco sabahı, elime bir kitap tutuşturup “Anne…” dedi kızım, “Bu bölümü oku, çok beğeneceksin.” Öyle de oldu. Okudum ve paylaşmak istedim. Dünya Anadil Gününe daha çok varsa bile…
Puhpowee!
Amerikan yerlilerinden Anishinaabe’lerin dili olan Potawatomice bir sözcük Puhpowee! Şimdi diyeceksiniz neden bu lisan? Neden Puhpowee? Bu sözcük, botanik bilimci Robin Wall Kimmerer’in yazdığı yukarıda sözünü ettiğim kitapta karşıma çıktı. Kitabın bütün bir bölümü bu lisana ayrılmış. Konuştuğumuz lisanın düşünme şeklimizle, düşünme şeklimizin de yaşam tarzımızla doğrudan bağlantısını bir kere daha hatırlatan bir sözcük olarak karşıma çıktı Puhpowee. Robin, Amerikan yerlisi bir ailenin çocuğu. Ana dilini mesleğinde belli bir noktaya geldikten sonra lisanın ölmekte olduğunu duymasıyla öğrenmeye başladığında bu sözcükle karşılaşıyor. Puhpowee hızlı dünyaya uygun bir sözcük değil. Şehirleştikçe uzaklaştığımız doğaya dair bir sözcük. Hızın içinde kaybettiğimiz detaylara dair bir sözcük. Okudukça lisanın da o lisanı yaratan kültürün de etkisi altında kalıyorum. Ve üzülüyorum. Yaşam değiştikçe lisanın değişmesine üzüldüğüm gibi lisanların yok oluşuna da üzülüyorum. Çünkü bir lisan artık konuşulmaz olduğunda, sadece kelimeler değil unutulan. Bütün bir kültür yok oluyor. Bütün bir varoluş hali sonsuza kadar toprağa gömülüyor. Bütün bir hayata karşı duruş ve farkındalık hali kayboluyor. Çerçevelerimiz küçülüyor, bakış açılarımız daralıyor. Bakın ne demekmiş ‘puhpowee’: Mantarların topraktan bir gecede çıkmasına neden olan güç. Sessiz ve derinden… Hani diyor ya üstat dışarıdaki bir şey için yaprak bile kıpırdamaz diye, işte öyle.
İçerden gelen bir güç yerlilerinin dile getirdiği… Binlerce sabah ormanı dinleyerek, izleyerek fark edilecek sonra da isimlendirilecek bir güç bu. Tıpkı çocukların büyüme atakları gibi. Durup durup bir iki gecede uzadıkları gibi… Mantarlar da bir gecede topraktan başlarını çıkartıyorlarmış. Pıt. Pıt. Pıt.
Lisanın inceliğini anlatıyor yazar ardından. Kelimelerin Avrupa dillerindeki gibi dişil/eril olarak ayrılmadığını buna karşılık ayrımın canlı/cansız üzerinden yapıldığını belirtiyor. Bu lisanda isimler gibi fiillerin de canlı ve cansız olarak ayrıldıklarını söylüyor. İnsan yapımı her şey cansız bu lisanda. Öte yandan doğada var olan her şey canlı. Bir ‘dağ olmak’tan söz ediyor, ‘nehir olmak’tan, ‘cumartesi olmak’tan söz ediyor. Şöyle açıklıyor olma halini “Bir koy ancak su ölüyse isim olabilir. Ve koy ancak insanlar suyu bir sözcük içinde iki kıyı arasına sıkıştırdıklarında ölüdür. Öte yandan bir fiil olarak koy (koy olmak) suyu hapisliğinden kurtarır ve yaşamasına izin verir. Bir koy olmak, canlı olan suyun kendine –şimdilik- koyun kıyıları arasında bir yuva kurmayı seçmiş olduğunu ifade eder. Böylelikle ağaç kökleri ile olduğu kadar balık sürüleri ile de muhabbettedir su.” Bu bağlamda birçok başka yerel lisanda olduğu gibi Potawatomicede de bitkiler ve hayvanlar kadar, taşlar, kayalar, rüzgar, dağlar, tepeler ve ateş canlıdır. Böyle olunca Avrupa kültüründe olduğu gibi insanlar şeylerden ayrı ve üstün kabul edilmezler. Doğal olan her şey canlıdır. Canlı olan her şey özgürdür ve yerlilerin aile bireyleridir. Yerlilerin şarkıları, davulları ve hatta hikâyeleri canlıdır. Sadece masa gibi, sandalye gibi insan yapımı olan şeyler cansızdır. Bir yerli cansız olanları sorgulamak için “Bu nedir?” diye sorar. Cevap “Dopwen yewe”dir. Bu bir masadır. Canlı olanlar için dile gelen soru ise bambaşkadır: “Bu varlık kimdir?” diye sorar yerli. Alacağı cevap da bambaşka olacaktır: “Mshmin Yawe.” Elmadır bu varlık. Yaşam nefesi ile kutsanmış olanlar için kullanılacak olan kelimedir Yawe.
***
Hakikat tekse de, konuştuğumuz lisan düşüncelerimizle, hayatta duruşumuz ve hayata bakışımızla şekilleniyor. Bizim bireysel ya da toplumsal gerçeğimiz oluyor. Yine konuştuğumuz lisan üzerinden kendimizi dünyada bir duruşa yerleştiriyoruz. Okudukça, seyahat ettikçe, kendi kültürümüzle derinleştikçe ve başka kültürlerden insanlarla iletişim içinde oldukça yaşamın kendi kısıtlı bakış açılarımızdan ve düşüncelerimizden çok farklı şekillerde de yaşanabileceğine uyanıyoruz. Ne mutlu uyanabilene.