Her konuya olumlu bir şekilde yaklaşmak, olumsuzlukları da görmezden gelmek isterdim; ama günümüzde bu her zaman olası değil. Bir başıma yaşamıyorum. Aynı havayı soluduğum, benzer ortamlarda bulunduğum insanların etkilendiği her bir olay, doğrudan olmasa da bir şekilde bana yansıyor. Nasıl ki huzuru olduğu kadar, huzursuzluğu da birbirimize bulaştırıyorsak!..
Sözü şuraya getirmek istiyorum:
Yanılıyor olabilirim; ama bir kuşku virüsü sanki hayatımızın her alanına sinmiş, bizi içten içe kemiriyor. İzlediğimiz haberlerin doyurucu olmaması bir yana, sürekli yönlendirildiğimiz duygusuna kapılıyoruz. Kimi okuduğumuz yayınlar, nedense güvenimizi sarsıyor. Aldığımız gıdaların içeriğinden olduğu kadar, değerlerinden kuşku duyuyoruz. Yeni tanıştığımız insanlara karşı çekingen davranıyor, yakınlaşmaktan korkuyoruz. Yaşadığımız ilişkileri her yönüyle sorguluyoruz. Örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Kısacası bizi güvende tutması gereken, mutlu eden, geleceğe dair umudumuzu besleyen emin olma duygumuz, sanki giderek aşınıyor. Bu yüzden herkesten ve her şeyden daha çok kuşkulanıyoruz. Gerçi bu kaygılar için geçerli nedenler bulunabilir. Belki yaşadığımız ekonomik sorunlar, belki sosyal hayatın getirdiği değişimler, belki de gün boyu karşılaştığımız olay ve insanlar, bizi böyle inanmaya zorluyor.
Bana göre tüm ilişkilerin temeli, sevgiden daha çok güvene dayanıyor. Şöyle ki, güvendiğimiz insanlardan kesinlikle kuşku duymayız. Bu duygu, yalnızca birlikte olduğumuz, hayatı paylaştıklarımız için değil, aynı ülküde birleştiğimiz, aynı inançla yürüdüğümüz, bizi yönetmesi için seçtiğimiz insanlar için de geçerlidir. Bir başka deyişle, ilişkilerimize düşecek bir kuşkunun gölgesi bile kimi duygularımızı köreltmek için yeterli olmaktadır.
Elbette ki bu olumsuz duyguların sürekli etkisi altında değiliz. Yoksa hayattan beklentilerimizi tümüyle yitirmemiz gerekir; ancak yapısı gereği her şeyden ve herkesten kuşkulananları konumuzun dışında bırakıyoruz. Nitekim Amerikalı yazar J. D. Salinger, bir yazısında herkesin onu mutlu etmek için tuzak kurduklarından kuşkulandığını söylüyordu. Belki de bu sözlerini bir yazar ironisi olarak karşılamamız gerekiyor.
Buna karşın William Shakespeare, Othello oyununda şöyle diyor:
“Kuşku uyandıran bir düşünce tatsız gelmez önce.
Ama aslında zehirlidir; insanın kanına bir girdi mi
Yanıp tutuşur kükürt ocağı gibi.”
Olumlu yönüyle yaklaşacak olursak: Kuşku, gerçeği aramanın ilk adımı, eleştirinin biricik özelliği, düşünmenin, sorgulamanın çıkış noktası, bütün bilimsel ve teknolojik buluşların kaynağıdır. Bunu yaratıcılığımızla beslediğimizde bizim için en önemli itici güç olmaktadır. Bu yüzden insanlara karşı beslediğimiz kuşku ile felsefe ve bilime olan sorgulayıcı yaklaşımı birbirine karıştırmamak gerekir.
Keşke diyorum, kuşkunun olumsuz ortamına kapıldığımız dönemlerde, bu duygumuzu yaratıcılığa dönüştürerek, hayatımıza bir anlam katabilsek!