Basit bir adada yaşıyorsunuz. Çok az insan var. Umutları ve gelecekle ilgili planları olan herkes adayı bırakıp ana karaya gitmiş. Hava soğuk, puslu ve tek doğru düzgün yapılacak şey pub’a gidip tanıdıklarla muhabbet etmek. Vakit bitince eve ‘bugünü de geçirdik’ rahatlığı ile dönmek. Banshees of Inisherin adlı film, İrlanda’nın minik bir adasında bu ortamda kurgulanmış. Her ne kadar İrlanda iç savaşına epey alegorik gönderme varsa da filmi alıp herhangi başka bir coğrafyaya koyup içindeki psikolojik boyutu ele alabilirsiniz. Konu, iki iyi dosttan birinin, diğeri ile artık arkadaş kalmak istememesi ve ilişkiyi bitirmek istemesi üzerine.
Bu temayı biraz incelemek istiyorum. Öncelikle, kişinin dostluk ne kadar mesai doldursa da ilişkiden geri basma hakkı olabilir. Amaçsızlığa bir suç ortağı bulmuş olmanın idraki ve hayatın aslında hiçbir şey yapmamak üzere kurgulandığına dair bir panik yüz gösterebilir. Film her ne kadar bunu sert bir dille ve fiziksel şiddetle vurgulasa da gerçek hayatlarda da sıkı dostlukların birbirinden cesaret alarak anlamlı başka seçenekleri tükettiğini görüyoruz.
Bu yüzden insanların artık o yakınlığı devam ettirmeme ve sıkılma hakkı olmalı. Toksik ilişkilerin bireysel odaklanmalara köstek olduğunu ve bir tarafın diğerini bazen bencilce geri tuttuğunu düşünüyorum. Hayatın bir oyalanma girdabına dönüşmesi iki tarafı da uyuşuk ve konforlu hale getiriyor.
Bu noktada filmin de kurgusundan yola çıkarak zaman ve enerji çalan toksik ilişkilere radikal son verilmesini tartışmak isterim. Murathan Mungan’ın nefis dizeleri açıklıyor aslında:
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terk eden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten
Benim bakış açıma göre filmdeki Colm karakteri, adada geçmiş ve sonuna yaklaştığı hayatının anlamsızlığını fark edip, öldüğü zaman hiç hatırlanmayacak olmanın hüznünü yaşıyor. Kendisinin unutulmaz eserler vermek için artık biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. Ve aynısının Padraic’in de başına gelmemesi için onun önünü açmak için bu uyumlu fakat bir yere varmayan, sıkıcı sohbetlerle uzayıp giden ilişkiyi sonlandırmak istiyor. Bir bakıma henüz genç olan arkadaşının bir an önce aklını başına toplayıp adayı terk etmesi için ona keskin bir son dayatıyor. Padraic’in içindeki kızgınlığı tetikleyerek dostluğa olan güven hissini zedelemek istiyor.
Hayata dair bunu düşündürdü bana: “İyi bir insan olup unutulmak mı, yoksa kaba olup arkanda ölümsüz işler bırakmak mı?"
Ancak filmdeki ironi, Colm’un bu ilişkiden sıyrılmaya çalışırken kendini yalnızlıkla beraber acizliğe sürüklemesi… Ve bana daha derinden düşündürdüğü: biz aslında bütünken mi güçlüyüz… Toksik görünen ilişkilerimiz belki de hayattaki asıl dayanağımız ve asıl gücümüz olabilir mi…
Günün sonunda belki de hayatımızdan geri kalan sadece aynı koltukta saatlerce ipe sapa gelmez konuları tartıştığımız dostluk olacak… belki de bu mesai yüzünden ileri yaşımızda geri dönüp kaybolan fırsatları hayıflandığımız bir bilanço bizi bekliyor olacak… hayat hep seçimlerden ibaret…