18 Şubat 2022… Tam bir sene önce gezebilmiştim nihayet Antakya’yı. Çok dostum vardı Antakyalı. Biliyordum haliyle Antakya’nın çok kültürlülüğünü, tüm Antakya’nın kocaman bir aile olduğunu, sofrasının bereketini, yüreğinin kapsayıcılığını ama nedense bir türlü gidip gezememiştim o güne kadar. Nihayet, Yasemin “Hadi, vakit şimdidir” demişti de onun sayesinde sokaklarında dolanırken, esnafı ile sohbet ederken, lezzetleri ile ihya olurken tanımıştım Antakya’yı. Antakya kapsayıcı, Antakya bereketli, Antakya, şehrin değişmekte olan sosyolojisine rağmen paylaşımcı, güler yüzlü, kabul ediciydi.
***
06 Şubat 2023… Öfke… Dehşetin ve korkunun hemen ardından öfke çıktı yüreklerimizden. Korku, bilinmezlik, güvensizlik ve öfke. Kahramanmaraş depremi olarak anılan, on ilde korkunç yıkımlara neden olan depremde Antakya neredeyse yerle bir olduğunda uzaklardaydım. Deprem haberine uyandığımda nefesim kesildi. Ne olduğunu ve -yalan söyleyemem- felaketin büyüklüğünü anlayamadım ilk saatlerde. Haberleri izledikçe ve sosyal medyada dolandıkça dank etmeye başladı. Enkazdan gelen yardım çığlıklarına cevap verilmediğini okudukça korkunun ve yıkımın yanına öfke eklendi. Kendime öfke, ülkeme öfke, yöneticilere öfke, inşaatçılara öfke! Deprem bölgesinde yaşadığımızı bildiğimiz halde bireysel olarak da toplumsal olarak da gerekli önlemleri almamış oluşumuza öfke, ülke olarak hazırlıklı olmamaya öfke! Sadece yıkım sonrası için değil, öncesi için de öfke! Antakya çığlık çığlığa imdat diye bağırırken… Orada olamadığıma öfke! Orada olamadığımıza öfke!
Bu yazıyı depremden sonraki ikinci hafta tamamlanırken yazıyorum. Tüm dünya seferber olmuş, arama kurtarma çalışmalarına desteğe gelmiş, tüm Türkiye halkı bir yürek olmuş iş makinesini alan Antakya’ya, Kahraman Maraş’a, Diyarbakır’a diğer illere yardıma gitmiş. Ama yetmemiş, hala acı, hala bekleyiş… Hala “Orada bir ses var mı, acaba?”
“Sahip olduğum, olabileceğim her şeyi kaybettim” diyordu bir genç. Tüm ailesini, sevdiklerini, arkadaşlarını, evini, yurdunu, anılarını, çocukluğunu, fotoğraflarını, oyunlarını gömmüştü enkazın altına….
Bu arada sayılar… Kayıpların sayıları bir yanda, diğer yanda yardım için havalarda uçuşan sayılar. Kimliksizleştiren ve değersizleştiren sayılar. Oysa sayılar sadece oldukları gibi kalmak istemişlerdi: Rakamlardan oluşan bilgi ifadeleri olarak kalmak. Felaketlere eşlik etmek, kayıplara isim olmak onların tercihi değildi.
Yas büyük, yas derin, yas yaygın….
Kimi enkazdan çıkarılan küçücük çocuklar… Aileler çocukları arar, çocuklar aileleri… Kimileri ise bebecik, enkazdan kurtarılmışlar… Ama isimleri sonsuza dek enkaz altında … Kimi evladını arar, anasını arar, babasını, kardeşini arar… Umut mu etsin, yas mı tutsun? Belirsizlik…
Depremden ama daha çok hatalı ve yetersiz, uygunsuz ve liyakatsiz yasamalardan, toprağına uygun olmayan uygulamalardan oluşan dev bir güvensizlik bulutu. Bir demet para uğruna… Belirsizliğe eklenen güvensizlik büyütüyordu öfkeyi...
Öfke öfkeye karışmış, gözyaşın gözyaşıma bulanmış… Aynı anda halk birlik olmuş, yürek yüreğe bağlanmış. Koyu karanlığın içinde birer mum misali ışımakta.
Öfke!
Öfke yas sürecinin önemli bir aşamasıdır.
Yas. Yaşamımızdan bize rağmen çıkan şeyler için insan kendini alacaklı tutar. İçinde ukde oluşur. Bir kırılmanın sonucudur yas. İnsanın, olduğu, kalıcı olduğunu sandığı, geçmişini yazdığı, üzerine geleceğini inşa ettiği bir durumdan belirsizliklerle dolu bir duruma adaptasyon sürecidir yas. Kızgınlık, isyan, infial, hüzün ve kederle birlikte öfke ilk aşamasıdır yasın.
Böylesi büyük bir kayıpta, böylesi büyük bir travmada öfke, kızgınlık, isyan da tabi ki büyük olacaktır. Korkuyu, gözyaşını, öfkeyi yaşayacaktır insan… Yas sürecinin sonunda sağlıklı birer insan ve sağlıklı bir toplum olmak istiyorsak, bu yas sürecinin yaşanmasına izin vermeliyiz. Ne ki yasın sonunda hiçbirimiz öncesi ile aynı insan olmayacağız, toplum aynı toplum olmayacak, yıkılan ve yeniden inşa edilecek şehirler o eski gezdiğimiz şehirler olmayacak.
Çünkü öfke ve kızgınlık döneminin ardından, sorgulama dönemi gelecek. Nedenler sorgulanacak, nasıllar sorgulanacak, eğer akıllıysak ve bu felaketten bir ders alıp daha sağlıklı, daha güvenli bir ortam yaratmak istiyorsak gelecek nesillerimize, sorgulamamız, araştırmamız, hatalarımızı görmemiz, bundan sonra neyi daha doğru yapabilirizi değerlendirmemiz gerekir. İncelememiz, analiz etmemiz ve çözümleri bulmamız gerekir. Çünkü analiz, sentez ve çözüm yas sürecinin bir sonraki aşamasıdır. Yas sürecinin tamamına ermesi için bulunan çözümlerin uygulamaya konulması da gerek. Çözümlerin uygulamaya konulması bir anlamda sürecin son aşamasıdır. Kabullenme aşamasıdır. Çözüm toprağa tohum ekmekse, kabullenme o tohumların fidan vermesidir, bakışımızı topraktan kaldırıp geleceğe bakış aşamasıdır.
Süreç çok zorlu, süreç çok uzun. Kayıplar çok büyük, çok yaygın… Öfke çok büyük… İhtiyaç da öyle.
Ama toplum olarak sevgi ve şefkat üzerinden yürüyebilirsek bu yolda, el ele, gönül gönüle ve akılcı ve çoğulcu politikalarla doğru ve bilimsel uygulamalar bizleri eninde sonunda yeniden bir dengeye oturtacak. Yeter ki üzerini örtmeyelim. Yasımızı yaşayalım, hep birlikte akılcı, çoğulcu, bilime ve toprağımıza uygun çözümler üretelim.
Yaramız sağalacak, tohumlar yine fidan verecek toprağımızda…
Başımız sağalsın. Kalanlara sabır ve güç nasip olsun.