İsrail’in hukuk sistemi incelendiğinde devletin iki başat hukuki kurumu dikkat çekmektedir: ‘Yüksek Mahkeme’ (High Court, Beit Ha-Mishpat Ha-Elyon/ בית המשפט העליון) ve mahkemenin yanı sıra, ‘Devlet Denetleme Kurumu’ (State Comptroller of Israel, Mevaker Ha-Medina/ מבקר המדינה). Bu iki kurum, İsrail demokrasisinin ‘yürütmeyi dengeleme’ ve ‘yargı denetimine açık hâle getirme’ konusunda kritik rol üstlenmektedir. İsrail kurulduğundan bugüne birçok siyasi-askeri olay ve tartışma geçirdiğinden, her iki kurum da bu tartışma ve gelişmelerin odağı hâline getirilmiştir. Son Netanyahu hükümetinin bir aydan bu yana ‘Yüksek Mahkeme’yi kuşatma’ politikasında da bunu bariz bir şekilde görmekteyiz. İsrail’in 37. hükümeti, Knesset’te yemin edeli daha bir haftayı geçmemişken, yargı üzerinde tahakküm oluşturma girişimi, demokrasiye inanmış yüz binlerce kitle tarafından protesto edilmeye başlandı. Peki, İsrail’deki bu aşırı sağcı iktidar, Yüksek Mahkeme’yi neden hedefine aldı? Bu soruyu, tartışılan iki temel iddia etrafında açıklamak istiyorum: İlki, “Yargı, yürütmenin elini bağlıyor” iddiası… Geçmişten bugüne İsrail’de, özellikle sağ iktidarların arasının Yüksek Mahkeme ile tartışmalı olduğu açıktır. Mahkemenin, ‘Temel Kanunlar’da kendisine atfedilen görevlerini icrası, kimi zaman, “yürütmenin sınırlarına giriliyor” diye eleştirilmiş ve mahkemenin mevcut yapısı hedef gösterilmişti. Gerçekten de İsrail, Ortadoğu’da eşine belki de rastlanmayacak türde bir ‘hukuk devleti’ne sahiptir ve yargı uzun yıllar ülkede yürütmeyi denetleme ve frenleme görevini yerine getiren cesaret isteyici kararlar almıştır.
İsrail’i 1977 seçimlerinden bugüne sağ ağırlıklı hükûmetler yönetmektedir. Bu sağ hükümetler, ülkenin iç hukuk mevzuatı ve Filistinlilere yönelik aldığı kararlar ekseninde de Yüksek Mahkeme ile karşı karşıya gelmektedirler. İkinci iddia ise “Yüksek Mahkeme atamalarının adil olmadığı” iddiasıdır. Netanyahu hükümetinin Yüksek Mahkeme’ye ilişkin bir diğer tartışma konusu ise mahkemenin yapısının ve mahkemede göreve getirme sürecinin adil olmadığı, mahkeme içinde ‘klik bir yapının’ oluştuğu yönündedir. Yargıçları atama komitesinin de mevcut toplam üye sayısı, diğer tartışma konusudur. 1984’te yargının yapısına ve yargıçların atamasına ilişkin temel kanunda, komitenin 9 kişilik üye sayısının 11’e çıkarılması amacı da Netanyahu ve onun Adalet Bakanı Yariv Levin’in planları arasında yer alıyor. Öyle ki Levin, bu amacı, 37. hükümet Knesset’te yemin edeli henüz bir hafta geçmeden, 5 Ocak’ta duyurmuştu. Ne yazık ki buradaki eylemin hukuk devletine katkı sağlayacak masum bir girişim olduğunu iddia edemeyiz; çünkü 9 üyeden oluşan yargıçlar komitesinin sayısının 11’e çıkarılması da yürütmenin elini güçlendirmek ve yargıyı hükûmetin lehine olacak şekilde değiştirmektir. Elbette, 11 üyenin 7’sini hükümetin ataması koşulu ile!.. Bu kısa açıklamalardan sonra şunu ifade edebilirim ki dünyanın hangi sağlıklı ve gerçekten iyi işleyen bir demokratik hukuk devletinde böyle bir şey görülebilir? Demokratik hukuk devleti teamüllerinden ödün vermeyen ülkelerden ne beklenir? Elbette yargı erkinin, yürütme erkinin (idarenin) eylem ve işlemlerini yargı denetimine her daim açık hâle getirmesini zorlaması ya da yargının yürütme üzerindeki faaliyetlerini denetlemesine olanak sağlamasıdır. Tekrarlıyorum, “yargının yürütmeyi denetlemesi…” Ancak, İsrail’in aşırı sağ iktidarı ise ‘yargı reformu’ olarak kamuoyuna sunduğu bu pakette, neredeyse ‘yürütmenin yargıyı denetlemesi’ ve yargı üzerinde dominant bir yapıya olanak sağlayacak bir politika güdüyor. Denge ve kontrol (check and balance) sisteminde, devletin üç erkinin birbirlerinin yetki alanlarına müdahale etmemesi ve aralarında kesin ve keskin ayrımların olması normaldir. İsrail’in yargı reformuna girişenler ise yargıç seçimlerini hükûmetin lehine olacak biçimde değiştirme amaçlarının dışında, Yüksek Mahkeme’yi hızlıca kontrol etme derdindeler. Bu demek oluyor ki Knesset’te çıkan yasalar, yargı denetimine daha az açılsın. Meclisin çıkardığı yasalar, mahkeme tarafından geri gönderilmesin ya da iptal edilmesin. Bu yaklaşım, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ile yargı bağımsızlığı ilkeleri düşünüldüğünde gerçekten de korkunç... İşin en trajik tarafı ise İsrail'in mevcut iktidarının memnun olmadığı Yüksek Mahkeme’nin yapısı ve niteliğine, ağırlıklı olarak bugünkü şeklini veren temel kanunun, 1984’te 10. Knesset’in 20. hükümeti tarafından çıkarılmasıdır. O dönemin hükûmeti ise yine, Likud’un Yitzhak Şamir’li olduğu yıllarının hükûmetidir. Bu durum da şu an, “Netanyahu’nun Likud’unun, Yitzhak Şamir’in Likud’una karşı” gibi durumu oluşturmaktadır. 1984 Temel Kanunu’nun 4. ve 5. maddeleri ile 15. maddesi, mahkemenin bugünkü yapısından mahkemeye kaç üyenin, devletin hangi kurumundan ve nasıl seçileceğine dair en ince ayrıntısına kadar usûl ve prosedürü belirlemiştir ve gayet açıktır. 1984 Temel Kanunu’nun bu niteliği, bir nevi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, Anayasa Mahkemesi’ne kaç üyenin kimler tarafından seçilip atanacağını açıklayan 146. ve 147. maddelerini anımsatmaktadır. Burada şunu da ifade etmeliyim ki İsrail’deki bugünkü tartışmaların ve yürütmenin, yargı üzerinde hâkimiyet oluşturma isteğinin giderek artmasının bir diğer nedeni ise ülkenin belirli bir anayasasının olmayışı ve içtihatlarla yönetilmesidir; ancak devleti kuran öncü sol kadroların 1950’den itibaren oluşturdukları Temel Kanunlar -Yizhar Harari’nin ‘Harari Kararları’ da dâhil- anayasa mahiyetinde kabul edildiği için artık, İsrail’de hukuk sisteminin bu ‘yapılageliş kuralı’ oturmuş gözükmektedir.
Şu anki sorun, İsrail siyasi tarihinin aşırı sağcı hükümetlerinden biri olan Netanyahu hükûmetinin bu konuda samimiyeti ve güvenine kuşku ile yaklaşılmasıdır. Bu da hukuk reformu girişiminin zamanlamasının manidarlığı ile açıklanabilir. Öyle ki Netanyahu ve koalisyonun diğer ortakları, seçimden önce İsrail’de artan ekonomik durgunluk ve terör olaylarının üzerine gitme sözünü yerine getirmek yerine, devletin onlarca yıllık oturmuş yargı sistemi ve kurumlarıyla oynamayı tercih ettiler. Hâliyle İsrail halkı da “Şimdi bunun sırası mı? Öncelik mahkemenin yapısının değişimi mi?” diye tepki göstermekteler. Her şeye rağmen, yüzbinlerce İsrailli iki aya yakın süredir bunun için sokaklarda ve Yüksek Mahkemelerini koruyan demokratik tepkilerini bu şekilde ifade etmektedirler. Ortadoğu coğrafyası “Mecliste çoğunluğumuz var, istediğimiz yasayı çıkarırız!” yaklaşımı ve zihniyetinden ötürü bugün, kleptokrasi ve kakistokrasi yönetimlerinden geçilmiyor. Umarız İsrail de aynı hataya düşmez. Aksi bir durumda; Ortadoğu’nun tek demokrasisi olan İsrail’in hukuk sisteminin, geniş konsensüs ve istişareyi sağlamadan, yapısı ve kodlarıyla yangından mal kaçırır gibi oynanırsa gelecek kuşaklar bunun vebalini ağır öderler. Ortadoğu bugün, bunun sayısız örnekleriyle dolu. İsrail hukuku bugün bir yol ayrımında evet, ancak bu yol ayrımının yönünü, Kudüs’te kafası karışık biçimde ortalıkta dolanıp sokağın sorun ve haykırışlarını henüz duymak istemeyen Netanyahu hükümeti değil; İsrail’in gerçek sahipleri olan, demokrasiye ve daha iyi bir İsrail’in geleceğine inanan İsrail vatandaşlarının belirlemesi gerekiyor.