İsrail'de yargı darbesi

Denis OJALVO Köşe Yazısı 5 yorum
1 Mart 2023 Çarşamba

Rak lo Bibi

Kasım 2022’de, son dört senede yapılan beşinci genel seçim ideolojik sağın kesin zaferiyle sonuçlandı.

Neden böyle oldu sorusunun cevabı ise bir önceki seçim ertesinde kurulan ve siyasi yelpazenin neredeyse tüm renklerini içeren bilumum benzemezin oluşturduğu koalisyonun ortak paydasının “Rak lo Bibi” yani “Netanyahu olmasın da kim olursa olsun” sloganı olmasıydı. Koalisyon ortaklarının, aralarındaki ideolojik farklılıklar yüzünden, bu slogan haricinde topluma verebilecekleri bir program oluşturamamaları bu hükümetin sonunu getirdi.

Aşırı sağ sahnede

2022 seçiminde merkez milliyetçi sağ Likud partisi oyların yüzde 23 küsurunu toparlayıp gücünü arttırdı. Arap ülkeleri kökenli dindar Yahudilerin Şas partisi güçlenirken, gerek Avrupa gerekse Arap kökenli hem dindar hem de milliyetçi ajandalar takip eden aşırı sağ olarak adlandırılabilecek bir kesim oy patlaması yaptı. Bunlara oy veren kesim, bunu aslında destekledikleri Likud’un Avrupa ve ABD’nin siyasi baskılarına maruz kaldığı için, gerek iç gerekse dış güvenlik konularında gerekli icraatı yapamadığı algısı sonucu yaptı. Detaylandırmak gerekirse, geçmiş hükümetlerin Batı kaynaklı baskılar yüzünden Arap sektöründeki Avrupa STK’ları destekli devlet arazileri üzerindeki gecekondulaşma faaliyetlerine göz yummaları, Arap suç çetelerinin kendi toplumlarını haraca bağlayıp silahlanarak güçlenmeleri neticesinde iç güvenlik zaafı yaratmış olmaları sayılabilir.

Mağduriyet algısı

Bu gelişmeler yaşanırken, merkez sağ seçmenin gene de Likud’a yönelmesinin temel sebebi, liderlerine karşı yıllardır yürütülmekte olan, ancak yeterince temellendirilemediği için, hukukun bir silah gibi kullanılmakta olduğu algısına sebep olan davalardı. Bunların en ciddisi, Almanya’dan yaptığı denizaltı alımında rüşvet yenildiği iddiası; en ciddiyetsiz olanı ise kendisine hediye edilen pahalı puro ve şampanyalar karşılığında dostlarına ABD vizesi kolaylığı sağlayarak nüfuz ticaretinde bulunduğu iddiasıydı. 

Yakın zamanda ortaya çıkan ve İsrail demokrasisi açısından ciddi bir sorun teşkil eden husus, emniyet bürokrasisinin (polisin) yıllar boyu Netanyahu’nun çalışma arkadaşlarını kanunsuz bir şekilde dinlemiş olması, bunlardan bir kısmına şantaj yaparak Netanyahu aleyhine ‘devlet tanığı’ şeklinde kullanma girişimi oldu. Bu gelişme Likud seçmeni nezdinde hukukun siyaseten istismar edildiği kanısını pekiştirdi.

Ekim 2022’de İsrail’de yapılan yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre halkın sadece yüzde 42’si Yüksek Mahkeme’ye güven duyuyor. Güven endeksi İsrail medyası için yüzde 23, yasama organı parlamento için yüzde 18 ve siyasi partiler için sadece yüzde 9!  (15 Ocak 2023, Jerusalem Post https://www.jpost.com/israel-news/article-728628

Kurucu sosyalist babalar ve çocukları

İsrail Devleti, 1910’lardan itibaren kollektif çalışmayı ve sendikalaşmayı yücelten, sosyalist dünya görüşlü emekçi entelektüel elitlerin örgütlenmesi sayesinde 1948’de kurulabildi. Ülkenin ekonomisi kolektivist üretim birimleri olan kibutzlar ve ulusal işçi sendikası Histadrut bağlantılı KİT’ler tarafından şekillendirildi. Keza, hukuk sistemi Avrupa kökenli elitler tarafından kuruldu ve yönetildi. Bu kurucu elitler ve ikinci nesilleri 1977’ye kadar iktidarda kaldı. Diğer bir deyişle kurucuların siyasi hakimiyeti, hür teşebbüsü ve özel sektörü önceleyen liberal milliyetçi kadroların işbaşına gelişiyle son buldu. Veya öyle zannedildi. Zira, KİT temelli ekonomik güç hâlâ kurucu neslin çocuklarının kontrolündeydi. Keza, hukuk alanı ve yargı erki, entelektüel açıdan yetkin Avrupa kökenli ‘Beyaz İsrailliler’in at koşturduğu alandı.

Bibi fenomeni

Lise ve üniversite tahsilini Amerika’da yapan, 1996’da başbakan olan Binyamin Netanyahu, sosyalist elit ile arası olmayan meşhur tarihçi profesör Benzion Netanyahu’nun oğludur. Netanyahu ABD’nin en prestijli üniversitelerinden MIT’de eğitim gördü; bünyesinde birçok meşhur ismi istihdam etmiş danışmanlık firması Boston Consulting Group’ta çalıştı. Özetle, Amerikan toplumunu, kültürünü, ekonomisini, siyasetini, ailesinin ayrıcalıklı entelektüel birikimi ve konumu sayesinde her açıdan iyi tanıma fırsatı buldu. Diğer bir deyişle, başbakan olduğunda İsrail’in ekonomisini dünyaya açacak rekabetçi ve high-tech girişimlerini ön plana çıkaracak reformları yapmaya hazırdı. 

Netanyahu’nun kamuoyuna mal olmasını sağlayan olay 1972’de teröristler tarafından kaçırılıp İsrail’e indirilen SABENA uçağına yapılan başarılı kurtarma harekâtına katılmış ve yaralanmış olmasıdır. 1984-88 arası İsrail’in BM nezdindeki büyükelçilik görevi onu siyasete hazırladı. 1988’de Likud Partisine katıldı, 1996-1999 ve 2009-2021 arası başbakanlık yaptı. 

Hukukun siyasi bir silah gibi kullanılması

‘Atlet komple’ tabir edilebilecek bir siyasetçi olan Netanyahu, parti içi ve dışı rakipleriyle girdiği hemen hemen bütün mücadelelerden galip çıktı. Bu yüzden bu iki cepheden epey düşman edindi. Parti içindeki siyasi rakipleri peyderpey ayrılıp yeni partiler kurdu. Örnek vermek gerekirse, Kadima Partisine başkanlık eden Tzipi Livni, İsrail Evimiz Partisini kuran Avigdor Liberman, Yahudi Evi Partisini kuran Naftali Bennett ve Ayelet Shaked, diğer küçük partileri kurup silinen Moshe (Bogi) Yaalon ve Gideon Saar. 

Rakip parti başkanları da, nitelikleri karşılaştırıldığında hemen her açıdan onun gölgesinde kaldıklarından, mücadelelerini fikri alandan hukuk alanına kaydırmayı tercih ettiler. Aleyhine, yargı erkinin göz yummasıyla tutarlılıkları tartışmalı çeşitli davalar açtılar. Oysa yargı erki, sıkça kullandığı mantıklılık gerekçesiçerçevesinde, kamuoyunda oluşan hukukun siyaseten araçsallaştırılması algısı yüzünden toplumu ikiye bölen bu davaların açılmasını engelleyebilirdi. 

İsrail’de yargı erkine ilişkin tartışmalar

Yargı erki söz konusu davaların açılmasını engellemediği gibi taraf olduğu izlenimini uyandıran tutumlar da takındı. Örneğin, resmi ünvanları ‘hükümetin hukuk danışmanı olan kişiler görev tariflerinin ötesinde yetki aşımı yaparak hem hükümetin yani yürütme erkinin hem de yasama erkinin yetki alanlarına komiser gibi müdahale edip bunlarla kamuoyu önünde tartışmalara girdiler.

Dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde danışman statüsündeki bir bürokratın ne yürütme ne de yasama erkine bu denli müdahale ettiği görülmüş bir uygulama değildir.

Keza, yargı erkinin en yüksek mercii olan Yüksek Mahkeme (Bagatz), kanunla kendisine açıkça verilmemiş olan yasama erkine müdahale hakkını anayasa hükmünde iki Temel Kanunu gerekçe göstererek kullanmakta hem yasama hem de yürütme erkinin icraatına karışmaktadır.

Bunlar, 1992’de yasama erki Knesset tarafından oylanan İnsan Onuru ve Hürriyet ile İstihdam/çalışma Hürriyeti Temel Kanunlarıdır.

Sorun şu ki, sıradan kanunların oylanmasıyla aslında ‘nitelikli çoğunlukla oylanması doğru olan Temel Kanunların oylaması arasında bir fark yok. Bu durumun mahzurları sonradan ortaya çıkacaktı. Şöyle ki, söz konusu kanunlardan biri, 120 sandalyeli parlamentonun sadece 23 oyuyla, diğeri 31 evet, 21 hayır oyuyla yasalaştılar. Dolayısıyla, parlamenter çoğunluğa sahip mevcut hükümetin, bu temel kanunları salt çoğunlukla değiştirme imkânı ve yetkisi var.

1995-2006 arası Yüksek Mahkeme başkanlığı yapan Aharon Barak, bu temel kanunları gerekçe gösterip ‘yargı aktivizmi tabir edilebilecek tutumlar takınmış ve teamüle ‘mantıklılık gerekçesi gibi sübjektif öğelerin yerleşmesine sebep olmuştur.

Güncel tartışma

Yargı erkinin izah edilmiş olan yetki aşımları, siyasi partiler arasındaki mücadeleye taraf olduğu algısı ve bu alanda bir reform yapılmasının gereği uzun yıllardır siyasetin gündemini meşgul etmekte. Günümüzde, hükümetin reform tasarısına şiddetle karşı çıkan Yeş Atid Başkanı Yair Lapid ve Benny Gantz’ın Memleketçi Cephe partisine katılan Gideon Saar’ın söz konusu eksikliklerin farkında oldukları ve düzeltilmesi gerektiğine ilişkin detaylı beyanlarına internetten ulaşmak mümkün.

Hükümetin Reform Tasarısında neler var?

Özetle, yetki aşımında bulunan hükümet hukuk danışmanının statüsünün ve görev tarifinin yenilenmesi, Yüksek Mahkeme’nin yasama erkine müdahalesinin oy çokluğuyla üstesinden gelinmesi (Üstesinden gelme maddesi), yasama ve yürütme erklerine müdahaleye zemin teşkil eden sübjektif ‘mantıklılık gerekçesi maddesinin iptali ve kavganın temelini oluşturan Hakimleri Atama Kurulu’nun yapısının değiştirilmesi…

Mevcut durumda, iktidarı 1977’de kaybeden İşçi Partisi bürokratlarının günümüze kadar direnmekte başarılı oldukları son kale yüksek yargı. Şöyle ki, mevzuata göre, hakimleri atama kurulunda mevcut üyelerin oluru olmadan yeni üye atanamıyor. Yıllar içinde, Yüksek Mahkeme kendini klonlayan bir kast görüntüsü vermekte ve dava/fikir arkadaşları haricinde kimsenin yüksek yargıya girmesine müsaade etmemekte. Örneğin, nüfusun yarısından çoğunu oluşturan Arap kökenli Yahudilerin Yüksek Mahkeme’deki temsiliyetleri bir kişi ile sınırlı. Hakimlerin neredeyse tümü Avrupa ve İşçi Partisi kökenli kişilerden oluşuyor. Tek istisnası, 2017’de yaş haddinden emekli olan Hristiyan Arap Salim Joubran ve günümüzde bir Müslüman Arap. Öngörülen reformdan sonra, tüm toplum kesimlerinin Yüksek Yargı’da temsil edilebilmelerinin önünün açılması hedefleniyor. Netice itibariyle tüm demokratik ülkelerde yüksek yargıçlar kendilerini atamıyor; parlamentolar tarafından atanıyorlar.

Kıyamet niye kopuyor?

Hakimleri Atama Kurulu’nun yapısı niye bu kadar siyasi patırtı uyandırdı?

Rakip siyasilerin Netanyahu'yu siyasi arenadan dışlamak için kullandıkları temel gerekçelerden biri şöyle:

“Hakkında bir sürü dava olan şaibeli siyasetçi Netanyahu başbakanlık yapacak nitelikleri haiz değil. Dolayısıyla, siyaset yapması engellenmelidir.”

Diğer bir deyişle rakipleri, sandıkta başa çıkamadıkları Netanyahu’yu hukuku kullanarak saf dışı etmek istiyor.

Muhalefet siyasetçileri, mevcut Yüksek Mahkeme yapısı değişirse Netanyahu’ya açılan ve siyaseten güdülenmiş/motive olduğu algısı yaygın olan davaların düşeceğinden endişe ediyor. Bunlar, ellerindeki bu hukuk kaldıracını kaybetme korkusu yüzünden yabancı yatırımcılara “Reform tasarısı kanunlaşırsa, demokrasi yok olacağından ülkeye gelmeyin, yatırımlarınızı geri çekin”; yabancı devlet adamı ve siyasilere “İsrail hükümetine baskı yapın”; yerli halka da “İsyan edin, gerekirse silah kullanın” diyecek kadar kontrolden çıkmış görünüyorlar.

Haklı endişeler

Laik Beyaz İsraillileri endişelendiren ve haklı nedenlere dayanan husus, koalisyon ortağı dinci partilerin kendi değerlerini kamuya dayatma girişimleri. Koalisyonu oluşturan 64 milletvekilinin 32’si, bünyesinde ciddi bir laik damar barındıran Likud’dan. Netanyahu da bu damarın baş temsilcisi. Dincilerin diğer partilerle koalisyona gitme şansları çok düşük. Bu yüzden, gündemlerindeki güvenlikçi ve ülke toprağına ilişkin tarihi yerleşme haklarının hiç olmazsa bir kısmını gerçekleştirebilmek için Likud ile koalisyona devam etmeye mecbur görünüyorlar.

Bakalım, İsrail’de siyasi partiler arasındaki mevcut bilek güreşi nasıl neticelenecek?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün