Geçtiğimiz hafta uzun bir aradan sonra yabancı misafirlerimle İstanbul’daki Yahudi Kültürü Mirası gezimizin bir parçası olarak Hasköy Yahudi Mezarlığı’nı ziyaret ettik. Gündemin yoğunluğundan çabuk unutulsa da, bu mezarlık çok yakın bir zamanda antisemit bir saldırıya maruz kalmış, vandalistler 81 mezar taşını kırmıştı. Olayın hemen sonrasında açıklama yapan yetkililer hem mezarların ivedilikle restore edileceğini hem de faillerin yakalanacağını duyurmuştu. Sahipsiz kalan mezarlıklarımızın Anadolu’muzun birçok kentinde yeni yerleşimlere kurban edilmesine, taşların farklı yapılarda kullanılmasına şahit olan bizler bu tip bir saldırıyla İstanbul’da ilk kez karşılaşmıştık.
İçimde bu saldırının kızgınlığı bir yana, oldukça geniş bir araziye yayılan, dört ayrı döneme ait içlerinde 300-400 seneye yakın mezar taşlarının da bulunduğu bu değerli mezarlıkta günümüze ait mezarlar korunmaktayken, eğimli arazide yer alan, tarihi mezar taşlarımız ise zamana yenik düşmüştü. Kimisinde erken vefat etmiş bir hanımefendiye ağıt, diğerinde bir şiir, hepsi farklı dönemlerin tanığı bu eserler adeta üst üste bir tepe oluşturmuş, insana bir gün ‘hatırlanamama’ duygusunun ağırlığını hatırlatmaktaydı. Nitekim, İbranice, Judeo-Espanol ve Türkçe kitabelerin de yer aldığı mezar taşlarından Osmanlı’dan günümüze Türk Yahudi Toplumu’nun yaşadığı değişimleri de okuyabilirdiniz.
Depremin yıkıcılığını konuştuğumuz bu dönemde, depremden bağımsız özellikle Haliç bölgesindeki kültürel mirasımız gözlerimizin önünde yok olmakta. Prof. Minna Rozen’in mezar taşlarını kayıt altına alma çalışmaları bir yana, bunları geleceğe aktarabilmek şimdiden alacağımız önlemlerle mümkün olabilir. Türkiye’nin tek ahşap sinagogu İştipol, bugün bazıları sadece dört duvar kalmış tarihi yapılarımızın da bu bağlamda korunması, depreme dayanıklı bir şekilde geleceğe bırakılması da bu topraklardaki aidiyetimizin unutulmaması için önemlidir.
Evlerimizin, yaşam mekanlarımızın deprem dayanıklılığını tespit ederken, aktif olmayan kültürel mirasımızı da korumayı ihmal etmeyelim.
***
Pazartesi akşamı başlayan ve dün akşam sona eren Yahudi toplumunun Purim Bayramı bizlere Yahudileri yok etmeye çalışan Aman’ın Yaradan’ın gizli eliyle oyununun tersine döndüğünü, bazen çok olumsuz gözükebilen bir durumun sonradan bambaşka bir şekilde sonuçlanabileceğini anlatır.
Ülkemizin yoğun gündeminde geçen hafta cumadan pazartesiye yaşananlar da bana hiçbir konuda ümitsiz olmamanın gerekliliğini bir kez daha hatırlattı. Haftasonu yurt dışında olduğumdan, altılı masanın beşe düşmesi sonrası, bu ittifaka çok inanmış dostlardan, “Haberin var mı yaşananlardan?” telefonları aldım. Sakinlikle “Merak etmeyin, bu memleket meseleleri daha çok su kaldırır!” demeye kalmadan pazartesi akşamı uzlaşmanın yapıldığını gördük. Bu arada seçimi o veya bu parti kazanınca herşeyin günlük güneşlik olacağına inananlara, sorunların eğitim boyutlu temeline inilmeden seçimle çözülebileceğini düşünenlere de şaşırıyorum. Sırf son bir haftada yaşananlar bile demokrasi kültürünün yerleşmesi, farklılıkları kabullenme konusunda daha bir arpa boyu yol kat edemediğimizin bir göstergesi niteliğinde…
Dileğim, sadece tek bir seçime yönelik özverinin değil, ülkemizin hak ettiği muasır medeniyet seviyesine yükselebilmesi için etik, liyakat ve özsaygının daim kılınmasıdır.
Hepimize Purim Sameah!