Dedem 1920’lerde doktorluk yapmaya başladığı Aydın’da (arada devlet görevinden atılmasına sebep olan, hemşerisi ve şehir kulübünden arkadaşı Adnan Menderes’in kendisini ikna ettiğini söylediği bir Serbest Fırka macerası hariç) hep ‘sonuna kadar CHP’li’ diye bilinmişti. 1960’ların ortasında İzmir’e taşındığında ve ben de ona (artık iyi görmeyen gözleri nedeniyle) okuduğum gazete köşe yazılarının etkisiyle hızla solculaştığımda (CHP ve TİP sol parti olarak tanımlanmaktaydı, Birbirlerinden çok farklı olsalar da, hatta komünist etiketiyle anılırlardı.) bana ailemizin CHP’liliğinden bahseder, 1950 seçimlerini DP kazandığında, dedemin Aydın Gazi Bulvarındaki muayenehane/evinin (şimdiki Kızılay binası) önünde davul çaldırdıklarını anlatırdı. Dedem bu dik kafalı CHP çizgisine doktor olarak ilk görev yeri olan Selanik’te (Cumhuriyet öncesindeki değişim dalgalarının parçası olarak, tabii ki CHP yokken) girdiğini söylerken, istibdat döneminde azınlıkta kalsa bile geri adım atmadığını da söylemiş oluyordu. Hoş, eski Serbest Fırka ekibi bu sefer 1945’te DP’yi kurarken kendisini tekrar davet ettiğinde pek girmemiş, CHP’liliği ise artık gazete okumak ve oy vermenin ötesine pek geçmemişti. Muayenehanesindeki işini ve Kızılay Derneğindeki kamusal rolünü hep ön planda tutmuştu (CHP sol mudur, değil midir, tartışmaları bu yazının dışında zaten).
Bu ‘aileden CHP’lilik’ (ya da her ailede farklı şekilde, aileden AP’lilik, aileden Selametçilik, aileden Ülkücülük vb gibi,1970’lerin terminolojisi ile söylersek) konuları günümüzde adeta gerilerde kalmış gibi gözüküyor. Yine de ailelerin belli eğilimleri taşıdığını, siyasi fikirlerin adeta kan bağı gibi zaman içinde pek az değişerek kuşaktan kuşağa geçtiğini çok gördüm.
Tabii, aile üyeleri, özellikle gençlik döneminde bir radikalleşme, aile çizgisinin bir derece daha soluna ya da sağına gitme ya da tam tersi yöne gitmeler gösterseler de, önceki kuşakların izini sürdüler genellikle. Bu durumun görüşleri belirgin ve tercihleri net olan aileler için geçerli olduğunu söyleyebilirim. Geriye kalan önemli sayıdaki aile ve sülalenin ise, görüşleri net olmayan, tercihleri yerleşik olmayan ‘seçmen küme’sini oluşturduklarını düşünebiliriz. Seçimlerde ya da değişim dönemlerinde gidişatı bu yüzer gezer oyların belirlediğini, kemik oyların da ailevi temellerdeki yerlerini koruduklarını siyaset ve ailesellik varsayımına ekleyelim.
Kalıtımsal siyaset
Siyasi görüşlerin ailevi bir yanı, hatta kalıtımsal bir tarafı var ise ya da var olsaydı, bu ‘kemik’ durum, hangi partiyi desteklediğimiz olmasa bile sol ya da sağ, değişimci ya da tutucu olmamız beynimizin, genetik yapımızın bir ürünü olabilir mi?
Moda bir deyişle ‘siyasetin genetik ya da biyolojik şifresi’ olabilir mi? Geçtiğimiz aylarda (2009) ABD’de yayımlanan birkaç ilginç çalışmada, siyasi partilere oy verenler analiz edildiğinde, belli kişilik ve zihinsel özelliklerdeki insanların bu özelliklere denk düşen sol ve sağ partilerde kümelendikleri görülüyor. Dışa açık, değişik fikirlerle karşılaşmaktan, kafasının karışmasından çok etkilenmeyenler daha çok sol (ABD’deki ölçülerle, ‘liberal’) seçmen grubunu oluşturuyorlar. Belirsizlikten hoşlanmayan, fikir kalabalığından, düzenin bozulmasından kolayca rahatsızlık duyan, bildiğinin dışına çıkmayı çok sevmeyenler ise ‘muhafazakâr’ gruptalar... Eh, bunu herkes söyleyebilir.
Kim neci? Kimin değişimci, kimin tutucu, hangi partinin solcu, hangisinin sağcı olduğu konusunu tartışmaya yetkili hissetmiyorum kendimi. Ama önemli olan, eğilimin adının ne olduğu değil, eğilimin ömür ve aile boyu ‘kemik’ olması. Virginia eyaletinde 30,000 ikizle yapılmış çalışmanın sonuçları ilginç. (J Alford’dan aktaran New Scientist, 2 Feb 2008); siyasi bir konuda (bizim son dönemdeki türban sorusu gibi, ABD’de de saf ayırıcı gücü yüksek sorular var: mülk vergisine taraftar mısınız ya da kürtaja taraftar mısınız?) görüşleri sorulduğunda, genleri tıpatıp aynı olan tek yumurta ikizlerinin aynı yanıtı verme olasılığı, genleri yarı yarıya aynı olan çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek. Genetik benzerlik, siyasi tercih benzerliği ile ilintili. Kardeşler tek yumurta ikizi değilse, farklı fikirde olmaları olasılığı giderek artabiliyor.
Her şey genetik mi yani?
Eğer genetik ve biyolojik etkenler bu denli güçlü ise, bir değişmezlik, bir mukadderat ile mi karşı karşıyayız? Siyasi görüşlerin genetikliğinden ziyade, siyasi bir konuya yaklaşım tarzının genetik/beyinsel bir temeli olması makul. Yaklaşım tarzından kasıt: tartışmaya açık mı, yoksa dayatmacı mı? Kendi bildiğinin dışına ne kadar çıkabiliyor? Ezberinin bozulmasına tahammülü var mı? Diğer görüşlerle uzlaşmaya, hatta diğer görüşleri reddetse bile duymaya anlamaya ne kadar yakın?
Burada yaptığım belki (en azından söylem düzeyinde) bir ‘sol kişilik’ tanımı. Soldayım diyenlerin ve bildiğimiz sağcı olmalarına rağmen konjonktürel olarak bir süreliğine sola düşmüş olanların bu şekilde davranıp davranmadığı tartışılabilir. Sanırım, buradan sosyal Darvinci diye etiketlenebilecek bir çıkarım yapmak yerine, bağımsız ve kendi irademizle seçtiğimizi düşündüğümüz, yakın bulduğumuz fikir ve siyasi görüşleri ‘kendi’miz dışındaki etkenlerin (sosyal, ekonomik, kültürel yanı sıra genetik/biyolojik) belirleyici olabileceğini hatırlamak, kendi özgür irademizin ‘özgür’lüğüne çok güvenmemek en iyisi. Bu da incelemek, anlamak, dinlemek, merak etmek gibi sol ya da sağa sığdırılamayacak ve siyasi görüşün ötesinde bir duygu farkındalığı gerektiren özellikler ile dengelenebilir.
Kemik oyların yüzer gezer olduğu ve beklentilere uymadığı seçimlere dönüp baktığımızda, bu duygu farkındalığını arttıran, güven ve sevgi ve umut yaratan adayların rolünü görebiliyoruz. İlk şeklini 2009’da yazdığım ve birkaç düzeltme ile tekrar okurun ilgisine sürdüğüm bu yazının amacı da gelen seçimlerde duygu etkenlerini hatırlatmak. Korku, merak, güven, umut gibi.