Aaron Antonovsky 1923 yılında Amerika’da doğmuştu. Yale Üniversitesinde okuduktan sonra 1960 yılında İsrail’e göç etti. Önceleri Kudüs’te hem İsrail Enstitüsünde Uygulamalı Sosyal Bilimler Araştırmaları alanında hem de İbrani Üniversitesinde Tıbbi Sosyoloji alanında çalıştı. Ardından -1972 yılında- Ben Gurion Üniversitesinin Tıp Bölümünün kuruluşuna katkıda bulundu ve tıbbi sosyoloji alanında Kunin-Lunenfeld Kürsüsünün başına geçti. Sağlığa farklı bir açıdan bakıyordu.
II. Dünya Savaşı’nın anlatılamaz travmasını yaşamış olanlar arasından kimi kamp kurtulanının diğerlerine göre fiziksel ve ruhsal olarak daha sağlıklı bir kamp sonrası yaşam sürdürebildikleri dikkatini çekmişti. Araştırmalarına göre kamp kurtulanlarının yaklaşık yüzde 30’u kamp sonrasında mutlu ve başarılı bir hayat kurabilmişti.
O güne kadar tıp alanında genel bakış açısı ‘hastalığın kaynağını’ aramak yönündeydi. Aaron Antonovsky insanı neyin sağlıklı yaptığını merak ediyordu, soruyu ters köşeden sormuştu. Kamp kurtulanlarıyla yaptığı çalışmalarda bu sorunun cevabını aradı: ‘Sağlığın kaynağı neydi?’
Tarihsel olarak tıp bilimi sağlığı hastalıksız olma hali olarak tanımlar. Odağını bireylerin ve toplumların sorunlarına ve risk faktörlerine dayanan patojenler yani hastalığı oluşturan organizma ve sistemler üzerinde tutar. Hastalığı neyin yarattığını merak eder. Geçmişte yaptığımız neyi değiştirirsek hastalığın önüne geçebiliriz sorusuna cevap arar.
Antonovsky ise sağlığı, ‘fiziksel ve psikolojik rahatlığın ve rahatsızlığın sürekliliği üzerindeki bir hareket’, bir yaşam süreci olarak tanımlıyor. Birey ne yaparsa şu an olduğu halden daha iyi olabilir sorusunun cevabını arıyor. Dolayısıyla sorunun nedeninden çok çözümüne ve çözüm için kullanabileceği kaynaklara yöneliyor. Hayatı yer yer kuruyan, yer yer kabaran bir nehir olarak düşünürsek nehri ortadan kaldırmak yerine kabaran nehrin öte yanına nasıl geçileceğine odaklanıyor.
Antonovsky’nin çalışmaları sonrası ortaya koyduğu teori Salutojenesis olarak tanımlanıyor. Salutojenesis yani ‘sağlığın kaynağı’.
Teorisine göre travma sonrası sağlıklı bir yaşam sürdürebilenlerin üç ortak özelliği var. Bu kişiler hayata bütünsel bir pencereden bakıyorlar. Antonovsky’ye göre gündelik hayat sürekli değişen bir durumdur. Dolayısıyla kaos ve değişim gündelik yaşamın sıradan bir parçasıdır. Çalışmalarda ortaya çıkan bu bütünlük duygusu kişinin yaşam görüşünü ve stresli koşullara yanıt kapasitesini yansıtmaktadır. Yine bu bütünlük duygusu, kişilerin ellerindeki kaynakları tanıyarak onlardan yararlanmalarını sağlayan ve gerektiği her zaman kaynakları yeniden kullanabilmelerine rehberlik eden bir iç güvenle var olmanın, düşünmenin ve hareket etmenin bir yolu olarak görülmektedir. Antonovsky’e göre bütünlük duygusu, yaşama uyum sağlama sanatıdır.
Kaos ve değişimi hayatın normal bir akışı olarak değerlendiren kişiler, olanı -bu iyidir, bu kötüdür demeden- olduğu gibi alarak bu değişimlerle baş etmek için “Ben şimdi bu durumdayım ve buradan çıkmak için ne yapacağım?” sorusuna cevap arıyorlar. Bu anlamda o durumdan çıkabileceklerine dair gerçekçi bir iyimserlikleri var. Çözüm üretmek için stratejiler geliştiriyor, ulaşılabilir maddi-manevi kaynaklar buluyor, kaosu yönetme çabasında oluyorlar. Özetle onlara göre kaos ve değişim yaşamın üstesinden gelinmesi gereken bir parçası. Bu bağlamda, kaos ve düzende olduğu kadar çözüm üretme çabalarında da bir anlam buluyorlar. Anlam arayışı, logoterapinin kurucusu, kendisi de bir kamp kurutulanı olan psikolog Victor Frankl’ın da dile getirdiği gibi kaos ortamlarında hayatta kalabilmenin önemli bir yoludur.
Antonovsky salutojenesis teorisini patojenik bakış açısına bir alternatif olmaktan ziyade, onun tamamlayıcısı olarak sunuyor. Zira, sağlık bir yaşam süreci ise hem hastalığı yapan nedenleri hem de bizi sağlıklı tutan nedenleri bilmek genel bir sağlık sürecinin önemli paydaşlarıdır.
***
6 Şubat 2023 günü on ilin yıkıldığı haberi ile uyandıktan sonra, bu korkunç travmayı birinci dereceden yaşayanlarla doğrudan iletişimim ne yazık ki henüz olmadı. Öte yandan afet bölgesine gitmemiş olanlarımızın dahi bu travmadan kendi payımızı aldığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Her birimizin duygusal etkilenişimiz çok farklı, kimimiz durup durup ağlar ve hiçbir işine gerçek anlamda odaklanamazken, kimimiz 7/24 enkazın arasında destek vermekte, kimimiz deprem öncesi hayatlarımıza olabildiğince devam etme çabasında…
Ama her birimiz bilgimiz, imkânlarımız, yeteneklerimiz ve bağlantılarımız üzerinden dayanışmanın tutabileceğimiz kadar ucundan tutmaya gayret ediyoruz.
Toplumsal dayanışma halinde, bir anda büyük kayıplarla hayatları tepe taklak olan kardeşlerimize bir nefes olabilmek ve hayatlarını sağlıklı bir biçimde yeniden kurabilmeleri için onlara el vermeye uğraşırken bir diğer yanda daha güvenilir bir gelecek için proaktif olmak ve etkin yaşam alanlarını yeniden yaratmak için uğraşmak durumundayız. Bunca acının neden yaşandığını, yaşanmak zorunda olup olmadığını elbet sorgulayacağız. Elbet bireysel ve toplumsal olarak neyi farklı yapsaydık bunca acı yaşanmazdı sorusunun cevabını arayacağız. Elbet bu felaketin üstünü çizip yola aynı şekilde devam etmeyeceğiz. Ancak yarına daha sağlıklı bireyler ve daha sağlıklı bir toplum olarak ulaşabilmek adına bu enkazın ötesine nasıl geçeceğimizi de düşünmek durumundayız.
Belki Antonovsky’nin çalışmaları bize bir nebze ışık tutar.