İki lisenin kendi arasında oynadığı bir futbol maçında yaşanan ve günlerdir tartıştığımız konuya ilişkin görüşlerimi farklı bir pencereden değerlendirmek isterim. İstanbul merkezli ve ikisi de köklü geçmişlere sahip okullarda okuyan gençler, liselerarası düzenlenen bir futbol karşılaşmasında birbirlerine rakip oluyor. Üsküdar Amerikan Koleji gibi, ülkemize yıllardan bu yana onlarca nitelikli yetişkin birey kazandıran okulun öğrencilerinden biri atılan golün ardından; yine Ulus Özel Musevi Lisesi gibi ülkemize yıllardan bu yana onlarca nitelikli yetişkin birey kazandıran okulun öğrencilerine doğru Nazi selamı veriyor. Yani, bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçu; kısacası nefret suçunu işliyor. Resmi soruşturma süreci devam eden konuyla ilgili görüşlerimi eğitimsel açıdan kaleme almayı uygun bulmaktayım.
Öncelikle bu bir futbol müsabakası ve hayatımızın hiçbir noktasında yeri olmadığı gibi, yeşil sahalarda da ne ayrımcılığın ne de ırkçılığın yeri mevcut. Ne var ki bu bilince erişememiş gençleri eğitimle yoğurmakla mükellef öğretmenlerinin de bunu ilke edinmediklerini ne yazık ki öğrenmiş bulunduk. Sormak isterim; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak düzenlenen turnuvada yapılan ve hoş karşılanması mümkün dahi olmayan bir hareketi yapan öğrenciye, kendi antrenörü ya da bir başka deyişle kendi okulunun eğitimcisi nasıl bir yaptırım uygulamıştır? Bir maç içinde yapılan sert müdahaleye kırmızı kart çıkarabilen hakemler, bu kural / talimat / ahlâk dışı hareketi yapan öğrenciye nasıl bir disiplin cezası uygulamıştır? Böylesine vahim bir olayın ardından karşılaşma neden devam etmiştir? Milli Eğitim Bakanlığı’nın çatısı altında düzenlenen turnuvanın bir maçının tamamlanması mı, yoksa bu hareket nedeniyle müsabakanın sonlandırılması mı daha uygun düşmektedir?
Malum olayın yaşanmasının ardından, biraz da sosyal medyada yazılanlara dair gözlemlerimizi aktaralım. 1876’da kurulmuş, nice başarılı mezun vermiş 147 yıllık bir eğitim kurumunun; sosyal medya hesabındaki paylaşımda kullandığı cümleye odaklanalım. Okulun paylaşımında, “Bir oyuncumuzun yapmış olduğu yanlış hareketten dolayı derin üzüntü içindeyiz” ifadelerine yer veriliyor. Ayrımcılığın karşısında olduğunu duyuran okul, kurum içi soruşturmanın başlatıldığını belirtiyor. Ne var ki 147 yıllık eğitim kurumu, söz konusu olayı alelâde bir ‘yanlış hareket’ olarak nitelendiriyor. Bununla birlikte, 1876’da kurulan okulda evlatları okuyan kimi veliler de sosyal medya hesaplarında söz konusu olayın vahametinden uzak tavır sergiliyor. Yüksek lisans ve hatta doktora yapmış bazı veliler, “Ülkece hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, 16 yaşında ergen bir çocuğun yaptığı bir hatayı bu denli ülke meselesi haline getirmek” ifadelerini kullanıp, olayın gündeme getirilmesini hayatın doğal akışına müdahale olarak algılıyor.
Karşı takımın hassasiyetlerinin bulunduğu bir duruma yönelik yapılan bu vahim hareketin doğal karşılanabilecek hiçbir yanı yok. Bu sadece; hareketi yapan öğrencinin ailesinin değil, hepimizin sorunu. Sadece yapılan hareket olarak değerlendirmeyin; hayatın gerçeklerini sorgulamayan, nedenini, niçinini soruşturmayan nesiller yetiştirmek hepimizin kabahati. Yaşananlar, ‘Z Kuşağı sorunsalı’ denilerek, yabana atılacak, önemsenmeyecek veya göz ardı edilebilecek bir durum hiç değil.
Hatırlatmak isterim; ülkece eğitime ve bilime olan mesafemizi doğru ayarlayamadığımız ve ne yazık ki hayatta en hakiki kılavuzun bilim olduğu sözünü unuttuğumuz için, sadece 1,5 ay kadar önce on binlerce kişiyi toprağa verdik.
Yıllar yıllar önce, Cem Yılmaz’ın oynadığı bir reklam filminde hepimizin hafızasına kazınan bir replik vardı. “Eğitim şart” diyordu Cem Yılmaz, espri amaçlı da olsa. Oysa, bizim espri olarak değil gerçek anlamda eğitime ihtiyacımızın olduğu aşikâr. Çünkü toplumsal ölçekte bilimden ve eğitimden bu kadar uzaklaşılarak alınan yol, yol değil…