Pek çok akranım gibi çocukken ben de gereksiz bir takım şeyler biriktirmeye meraklıydım. Deniz kabukları, gazoz kapakları, futbolcu kartları, posta pulları... Sonra her nasılsa müziğe merak sardım. Artık ebeveynlerimden aldığım harçlığın tamamını plaklara yatırıyordum. Koleksiyonuma kattıklarımı dinliyordum tabii. Fakat müziği icra eden sanatçıların dışında, kapak tasarımlarını, kayıt stüdyosu ve tekniği gibi pek çok gereksiz ayrıntıyı da not ediyordum. Tıpkı daha önce pullarla yaptığım gibi… Türler arasında ayırım yapmıyordum; pop, caz, klasik, çağdaş, dünya müzikleri… Hemen hepsi ilgi alanıma giriyordu. Fakat giderek uzmanlaşıyor, uzmanlaştıkça da seçici oluyordum.
Sonra birden durdum. Ne yapıyordum? Ayrıntılara o kadar dalmıştım ki, plak almanın asıl nedenini, yani zevkle müzik dinlemeyi ikinci plana itmiştim! Koleksiyonuma giren her yeni plak bütün özellikleriyle kataloga kaydediliyor, bir iki dinleyişten sonra kendi kategorisinde raftaki yerini buluyordu. Sıra artık yeni alınacak plaklardaydı… Tutkuma öylesine kaptırmıştım ki, ayrıntıların içinde boğulurken asıl resmi kaçırıyordum!
Huyum kurusun, karikatür de böyle bir tutku işte! Kitaplığım yüzlerce karikatür albümüyle dolu. Orijinal çizimler, kuramsal yayınlar, maskotlar… evrensel karikatür hakkında ne ararsanız var. Böyle bir hazinenin içinde kaybolmak işten bile değil. Fakat çözümüm var: Beş N bir K formülünü uyguluyorum. Kim? Ne çizmiş? Neden çizmiş? Nasıl ve ne zaman çizmiş? Kimin neyi, neden ve nasıl çizdiği önemli, fakat nasıl bir etki altında çizdiği de çok önemli. 1930’ların, 1960’ların siyasi ve sosyal havasında çizilenlerle bugün çizilenler arasında anlayış bakımından tabii ki çok fark var. Fakat yukarıdan, daha geniş bir perspektifle, resmin tamamına baktığımda dönemin havasını nasıl yansıttıklarını görebiliyorum.
Örneğin Tenten’in yaratıcısı Hergé, kahramanını öyle ortamlara sokmuş, öyle anti-kahramanlarla buluşturmuştur ki, kitapları dünya çapında ün kazanıp yeniden basıldığında, önemli revizyonlara gitmek zorunda kalmıştır. Filistin’i kurgusal bir ülke olan Khemed ile değiştirmiş, Kongo’yu güncellemiş, kitaplarında yer alan bütün antisemit ve ırkçı unsurlarla stereotipleri ayıklamıştır. 1929 yılında çizdiği ‘Tenten Sovyetler’de’yi ise hepten yok saymıştır.
Peki, neden öyle yapmış? Zaman içinde görüşleri değiştiği için mi? Hayır. Dünya değiştiği için! Hergé, güncel olayları -editoryal karikatürlerine ya da çizgi romanlarına taşıyan çoğu meslektaşının yaptığı gibi- ana akım medyadan takip ediyordu. Kimi öykülerin geçtiği Amerika’yı, Çin’i, Afrika’yı gezip görmemişti bile. Derin siyasi analizlere veya bilimsel düzeyde sosyal ve toplumsal incelemelere dalmıyordu. Böyle olunca da toplumun geneliyle aynı frekansta kalabiliyordu.
Popüler editoryal karikatürün sırrı buradadır. Sıradan bir okurun gazeteyi açtığında -şimdilerde sanal haber sitesi- gözünü ilk gezdirdiği yer günün karikatürü köşesidir. Bir bakıp gidecektir. O yüzden karikatürcü mesajını bir çırpıda iletmek zorundadır. Okura ne kadar çok, “Ah işte bu! Adam üç çizgide aklımdan geçenleri aktarmış” dedirtirse o denli başarılı olur. Hal böyle olunca da karikatürcü konu ettiği olayın ayrıntılarıyla uğraşmaz, derine kazmaz, toplumun izinden gider…
Oysa ki şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Yani kimi gelişme ve olayların gerçek neden ve sonuçları ilk bakışta fark edilecek kadar basit değildir. Gerçeğe ulaşmanın yolu derine kazmaktan, gayret harcayarak ayrıntıları incelemekten geçer. Fakat ne okurun ne de çizerin buna zamanları yoktur… Üstelik modern karikatürde algıyı kolaylaştırmak için evrensel olarak kabul görmüş bazı kodlar da kullanılır. Barış güvercini, üç maymunlar, başını kuma gömen devekuşu en fazla başvurulan klişelerdendir. Themis de öyle… Yargı mı anlatılacak, hemen bir elinde kılıç, diğer elinde terazi, gözleri bantlı güzeller güzeli bir adalet tanrıçası çizilir.
Geçenlerde ben de öyle yaptım. İsrail’deki yargı reformuna karşı düzenlenen protestolara göndermede bulunarak Netanyahu’yu eline geçirdiği Themis’in adalet dağıtan kılıcıyla çizdim. Klişe yüklü bir metafordu. Adalet tanrıçası yerde yatarken, terazisi İsrail başbakanın ayaklarının dibindeydi. Fakat karikatürü çizerken, ‘ayrıntılardaki gizli’ şeytan bir şekilde beni de dürtmüş olmalı ki, gereksiz bir ayrıntı ekledim: Yerde yatan Themis’in kanı akıyordu! Maksadını aşan bu kan lekesi bazı duyarlı okurlarımızı rahatsız etti, tepkilerini dile getirdiler. Kendilerinden özür diliyor ve adalet tanrıçası Themis’in yalnız İsrail’de değil, tüm gezegende adalet dağıtmayı sürdürmesini temenni ediyorum. Öte yandan, ileri bir tarihte, daha geniş bir perspektiften bakılacağı zaman -ve de şayet bu karikatürü yeniden yayınlarsam- ben de Hergé gibi yapıp o kırmızı lekeyi silmeyi umuyorum.