İlkini ben yazmadım. Demokrat Parti’nin baskısı altında işini yani gazeteciliğini yapamayan Çetin Altan yazmış. Uzun uzun fasulyenin faydalarından bahsetmiş ki ihtiyaç hissettim.
Malum seçim sattı mahalline girdik. Haliyle bir gazeteci olarak eleştirel gözle bakmak istiyorum. Hem olumlu hem olumsuz gözlemlerim oluyor. Lakin eski kasa angaje gazeteciler gibi hiçbirisine “Sen git beceremiyorsun” ya da “Sen gel-kal” değil benim üslubum. Durum üzerinden bakabilmeyi önemsiyorum.
Fakat enteresan demeyeceğim elbette ülke gerçeği tokat gibi sürekli suratımda patlıyor! Çünkü hangi ittifakı eleştirsem öteki ittifakın kucağında buluyorum kendimi. Öyle bir hassasiyet, öyle nevrotik bir hal devranı.
Örneğin; CHP iletişimi yönetmekte zorlanıyor diyorsun. Oto sansür gibi dolaşan sivil biraderler “Neee sen Cumhur İttifakı mı kazansın istiyorsun?” derken sus minvalindeki baskı şeklini mantığa oturtmaya çalışıyor. Sonra yeri geliyor Cumhur İttifakı’nı eleştiriyorsun mesela, “Erdoğan’ın en yakınında galiba gerçek dostu kalmadı niye bu durumlar olduğu gibi iletilmiyor” daha demeden kelimeleri ağzına sokmaya çalışan başka bir kalabalık beliriyor.
Onların da tezi “Sen Millet İttifakı’nın kazanacağını mı sanıyorsun” derken, başka türlü bir alan çalışmasına maruz kalıyorum. Sonra diyorsun ki “kardeşim bana ne, ikiniz de babamın oğlu değilsiniz, ben yol-köprü ihalesi almıyorum, angaje de değilim” diyorsunuz. İnanamıyorlar.
Niye?
Daha şimdiden Millet İttifakı gelecek diye CHP ya da İyi Parti’ye angajman kuyrukları var! Ben gazetecilerden bahsediyorum. Diğerlerini bilemem. Ama eleştirdikleri yandaşlardan farkı kalmadığını da canlı canlı izliyorum, görüyorum.
Gazeteciliğe daha okul bitmeden 2001’de başladım, gözümün önünde değişen insanlar, omurgası eriyenler, bir anda zenginleşenler, değerlerini çöpe atanlar mı istersiniz? Saymakla bitmez.
20 küsur yılın suçunu sadece iktidara yıkamayız. Bu dümene su taşıyanlar o kadar çok ki; bazıları şimdi kılık değiştirmiş muhalif gibiler. Oysa AK Parti onlara kucağını bir açsa “babaaa” diye ağlayarak koşa koşa gidecekler. Öyle de duruş sahibiler inanmazsınız. Bakan Nebati onların yanında gerçekten kayıp balık Nemo gibi naif kalıyor. İsmet Berkan ve Akif Beki bu kolun öncüleri hatta omurgalılar sendikası başkanı olurlar... Özellikle isim verdim. Unutulmasın diye. Her şeyi unuttuğumuz günlerde görmediği görüntüleri gördüm diye televizyon ekranlarından bağıran ve tarihe ‘Kabataş Yalancısı’ olarak geçecek olan İsmet Berkan unutulmasın diye. AK Parti’nin sözcüsüyken Erdoğan’la bile giriştiği kişisel husumet yüzünden partiden kovulmakla kalmayıp, parti medyasından da adeta tekme tokat gönderilen Akif Beki, sevmediği kim varsa işten kovulsun diye kanal yöneticilerini arardı. Şimdi bu iki maskot unutulur mu değerli okuyucular... Bu dönemin omurga sembolizmi olarak heykellerini dikmeliyiz ki kalan omurga yoksunları da altına çiçek bırakabilsin…
Dolayısıyla seçim sürecine günler kala tutunun ve hazır olun! Öncesi ve sonrasında göreceklerinizle ağzınız açık kalacak!
Protestan ve Ortodoks Ahlak
İkisi de inananlarını bağlar aslında. Ama döner dolaşır seccadeyi bize tartıştırır. Bu konuyu savunan insanlar neye inanıyorsa doğrusu o’dur. Benim buna itirazım yok ama zeka yoksunluğunun başladığı başka bir yer var. Seküler kesim bir din formu belirliyor, “Hayır bu kutsal değil” diyor, muhafazakar kesim ise “Hayır kutsal değerlerimiz bunlar, böyle olmaz” diyor. Ben ikisinin de dayatmalarından yorulanlar tarafındayım. İki taraf da daha fazla bir şey öğretmeye/dayatmaya çalışmadan duramıyor. Aslında öyle de olabilir böyle de olabilir deyip sussak. Başka da bir şey demesek mesele de kalmıyor.
Fakat o kadar siyah beyaz ki her şey, kimse grilerde kalamıyor. Arkadaşlar ergenler ve çocuklar grilerde kalamaz. Netlik ister. İhtiyaçları vardır. Fakat olgunluk belirsizliği kabul eder. Yani dünyanın yapay zekayı ChatGBT’yi tartıştığı ve çok acayip bir çağa girdiğimizin farkında değiliz. Dünya önümüzdeki on yıl içerisinde çok hızlı değişip dönüşecek. Zor günlerden geçecek ama bambaşka bir yere dönüşecek. Hatta şöyle söyleyeyim; orta çağ Avrupa’sında nasıl ki Vestfalya Antlaşması bir çağı kapatıp ulus devletlerin kapısını araladıysa ki üstelik bunun farkında bile değillerdi ama bu model yüzyıllar sonra dünyaya şekil verdi. Tam öyle kritik dönemeçlerdeyiz, farkında değiliz ama dünyayı yüzyıllarca bambaşka bir yer olacak dönüşümün temelleri atılıyor. Ve bu temel aşamasında boğulduğumuz tartışmalarla en etkisiz katkısız yerde kalıyoruz. Asıl üzücü olan bu. Bu benim gündemim değil deyip reddedin artık sığ tartışmalarda boğulmayı!
O tartışanlara dikkatinizi, enerjinizi, öfkenizi verdikçe onların güçleneceğini bilin. Dünya değişiyor, dönüşüyor paydaşı olmak mı yoksa kendi çamurumuzda boğulmak mı?
Eğer seccade bizi uçuracaksa ucundan tutalım. Ama uçan halıya dönüşemiyor şimdilik.