Getto 80 yaşında…

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
12 Nisan 2023 Çarşamba

Geçtiğimiz yüzyıl tarihin en karanlık sayfalarına tanıklık etti. Başta Avrupa olmak üzere tüm dünya irrasyonel düşüncenin çekim alanına girdi. Bilenen beklentiler, kışkırtılan farklılıklar, çelişen çıkarlar, güçlü liderler, bastırılamayan hırslar, ezilen toplumlar, çaresizliğin kucağına itilen insanlar…

Büyük savaşın dişlileri, dünyanın dört bir yanında, değişik uluslardan yetmiş milyondan fazla insan öğüttü. Uygarlığın sağladığı tüm nimetlerin ölüm makinesinin emrine girdiği bu dönem, arkasında derin bir travma ve tarif edilemez acılar bıraktı.

Evrenin Mimarı, aşağıya bir melek gönderdi ve olup bitenleri rapor etmesini istedi. Geri geldiğinde şunları söyledi: Almanya, İtalya ve Japonya’da herkes üniformalı, ancak barıştan söz ediyorlar… İngiltere’de herkes sivil kıyafetli, ancak savaştan söz ediyorlar…” Varşova Gettosunda yaşananları kayıt altına alan Emanuel Ringelbaum’un Oneg Shabat’ndan[1] alıntıladığım bu tespitten sonra, bir yorumunu da şuraya bırakmak isterim:

“Polonya Yahudileri de daha güzel günlerin gelmesini umuyor…”

Olmadı! Yahudiler, tarihleri, gelecekleri, değerleri ile yeryüzünden silinmek istendi. Bunun için askeri, beşeri, ekonomik, teknolojik tüm yol ve yöntemler kullanıldı. Birçok halk ırkçı Nazi ideolojisine destek verdi. Sessiz kalanlar da çabaya ortak oldular. Ortaya çıkan, tarihin derinliklerinden bu yana, Yahudi adımlarını her an takip eden antisemitizmin bir başyapıtı oldu. Bu anlamda, tekil ve öncesiz olma özelliği tartışılmaz.

Ellie Wiesel, ‘Gece’ adlı kitabının son baskısına yazdığı önsözde şöyle diyor:

“Benliklerinin derinliğinde, bu vahşete tanık olanlar, anlatacaklarının karşılığının olmayacağının farkında idiler. Kıyım, insanın en karanlık yanlarından kaynaklanmıştı. Yalnızca Auschwitz’e tanık olanlar yaşananları biliyorlardı. Diğerleri hiçbir zaman bilemeyeceklerdi.

Peki, anlayabilecekler miydi bari? Zayıfa yardım etmeyi, hasta olanı iyileştirmeyi, çocukları korumayı, yaşlılarının bilgeliğine saygı göstermeyi normalleri olarak kabul eden insanlar, orada olup bitenleri anlayabilecekler miydi? Bu lanetlenmiş evrende, güçlülerin güçsüzlere eziyet ettiklerini, çocukları, yaşlıları, hastaları katlettiklerini algılayabilecekler miydi?”

Tarihin hemen hemen her dönemi insanların şu veya bu nedenlerle birbirlerine yaptıkları zulümlerle doludur. Bunları sınıflandırmak, ya da birinin diğerinden daha acı olduğunu iddia etmek doğru değildir. Ancak genelde Nazi döneminin, özelde Nihai Çözüm’e doğru adım adım gelişen olayların incelenmesi ile, Holokost’un çok değişik bir yere konması gerektiği sonucuna varıyoruz…

6 milyonun anısına mumlar yakacağımız Yom Aşoa öncesinde, kendimize bazı sorular soralım diyorum…

Örneğin, “Holokost’un insanlık tarihindeki yeri nedir?” diye soralım.

Veya İnsanlığın düşünce evriminde böylesi bir katliamı nereye oturtmak gerekir?” diye soralım…

Ya da “Bir kişiye tapma seviyesine varan irrasyonellik, özgür bireyi nasıl bu denli kendine esir edebilir?” diye soralım.

Ve “Bir daha olur mu? Tekrarlanır mı?” diye de sormayı ihmal etmeyelim.

***

Yine Ellie Wiesel’den[2] :

“Yaşamımı, yedi kez mühürlenmiş, uzun, karanlık bir geceye dönüştüren kamptaki o ilk gecemi ASLA unutmayacağım;

O dumanı, ASLA unutmayacağım;

Cılız vücutları, sessiz göklerin altında dumana dönüşen çocukların çelimsiz çehrelerini ASLA unutmayacağım;

İnancımı ebediyen harcayan o alevleri ASLA unutmayacağım;

Beni, yaşama sevincimde sonsuza dek yoksun bırakan gece sessizliğine ASLA unutmayacağım;

Tanrı’yı, ruhumu katleden, rüyalarımı küle çeviren, o anları ASLA unutmayacağım;

Tanrı kadar uzun yaşamaya mahkum edilmiş olsam dahi, bunları ASLA unutmayacağım;

ASLA…”


[1] Oneh Shabbat, Kasım 29, 1940

[2] Ellie Wiesel – Gece, Son baskı önsözünden…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün