Bulgaristan Türklerinin göç ettirilmesine İsrail'in tepkisi

Dr. Remzi ÇETİN Köşe Yazısı 1 yorum
12 Nisan 2023 Çarşamba

Yıl 1989…

Bulgaristan’ın komünist diktatörü Todor Jivkov, ülkede yaşayan Türklerin Bulgaristan’ı terk etmelerine yönelik açıklamalarda bulunuyor…

Jivkov’un bu kararı aldığı Mayıs 1989’dan önceki dört yıl boyunca, Bulgaristan Türkleri üzerindeki baskılar zaten giderek artmış ve Türklerin dillerini kullanmalarından eğitimlerine dek kısıtlamalar getirilmiş ve hatta, Bulgaristan’daki varlıkları dahi sorgulanır hâle gelmişti.

1989’un haziran-eylül ayları arasında 100 binin üzerinde Bulgaristan Türk’ü, Türkiye topraklarına göç edecek ve bu sayı, 1990’a gelindiğinde 300 bini bulacaktır.

1989 bahar ve yaz mevsimleri boyunca Bulgaristan Türkleri, yüzlerce yıl yaşadıkları topraklardan acılar içinde göç etmek zorunda kalmışlar ve bu durum, II. Dünya Savaşı’ndan o güne kadar gerçekleşen en büyük kitlesel insan hareketi olarak tanımlanmıştı.

Dönemin Başbakanı Turgut Özal, vakit kaybetmeden sınır kapılarını Türk soydaşlarımız için sonuna kadar açmıştı. Aslında böylece, olası bir ‘etnik temizliğin’ önüne geçilmişti. Diğer taraftan, Türk Dışişleri Bakanlığı, Bulgaristan Türklerine karşı yürütülen bu faşist politikalara tepki vermeleri için İslâm Dünyası dâhil birçok ülke ve bölgesel-uluslararası örgüte çağrıda bulunmuştu.

Türkiye’nin söz konusu bu çağrısına hızlıca cevap veren iki ülkeden biri İslâm Dünyası’ndan sadece Pakistan olurken; Ortadoğu’dan ise o dönemler II. İntifada’nın etkilerinin hâlâ sürdüğü İsrail’di.

Bu noktada, İsrail’in Balkan coğrafyasına ilgisinin tarihi arka planını da hatırlatmak gerekiyor. Yahudilerin Balkanlar’daki yüzlerce yıllık varlığı, Osmanlı Dönemi’nde daha da artmış ve Yahudiler, ehli kitap sayıldığı için Osmanlı’nın iskân kanunu gereği Hristiyan nüfusunu dengeleme adına, başta; Selanik, Lamya (Lamia), Üsküp ve Niş gibi birçok bölgeye yerleştirilmişti.

Yahudiler -zamanla artan fetihlerle- bugünkü Bulgaristan topraklarında da iskân edilmişti. Sofya, Filibe, Rusçuk ve Vidin yüzyıllarca Yahudi nüfusunun Bulgar topraklarında yoğun olarak yaşadıkları vilayetler olarak kalmıştı.

Görüldüğü gibi, Yahudilerin Osmanlı egemenliği altında Balkanlar’daki var oluşları, aslında ‘Türk-Yahudi Ortak Tarihi’nin de önemli değerlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte, Bulgaristan’daki Türk nüfusuna yönelik 1985’ten itibaren her geçen yıl artan faşist girişimler ve baskılar, o dönemin İsrailli yöneticilerini de harekete geçirmiş ve Jivkov’un Türkleri baskılama politikasına, İsrail Meclisini temsilen Meclis Başkanı Dov Shilansky tepki göstermişti:

“Bulgaristan’daki Türk azınlığın durumu ve çekmekte oldukları ıstıraptan, biz İsrailliler büyük endişe duymaktayız. Çekilen acıların ve küçük düşürmenin boyutlarını, dünyada bizim kadar iyi görebilen başka bir millet bulunmaması doğaldır. Bu anlamsız ıstırabın bir an önce gerektiği şekilde hafifletileceğini ümit ediyoruz.”

Türklerin zorunlu göç ettirilmesine karşı bu sözleri, kendisi ve ailesi Holokost’tan son anda kurtulan Shilansky’nin söylemesi ayrıca dikkate değerdir.

İsrail tarafından böyle bir açıklama gelirken; Bulgaristan Türklerinin çektikleri acılara birlikte direnme teklifleri ve onları desteklemeleri için mektup gönderilen Müslüman ülkelerden sadece 11’inden cevap alınmış; ancak Jivkov iktidarını kınayıcı somut bir açıklama yapılmamıştı.

Öyle ki o dönemde İslâm Konferansı Örgütü’nün 35 üyesi bulunuyordu ve Türkiye’nin konuyla ilgili birçok çağrısına rağmen, söz konusu Müslüman ülkeler, Bulgaristan’a somut bir adım atmaktan kaçınmışlardı.

Arap ülkelerinin bu yetersiz ve bir o kadar hayal kırıklığı yaratan tutumları karşısında Türk dışişleri yetkilileri, İsrail’le ilişkileri yeniden ‘büyükelçilik’ düzeyine taşıma konusunda harekete geçeceklerdir.

Türkiye, 1980’de Menahem Begin’in Kudüs’ü, İsrail’in bölünmez ve ebedi başkenti ilân ettiğinden o güne dek İsrail’le ilişkileri, ikinci kâtiplik seviyesinde tutmaktaydı; ancak Bulgaristan Türklerine karşı girişilen bu insanlık dışı ve faşist politikalar karşısında İsrail’in Türkiye’yi açıkça desteklemesi, 1992’de Ekrem Güvendiren’in Tel Aviv’e büyükelçi olarak atanmasının da önünü açan en önemli olaydı.

Hatta, İsrail Devlet Başkanı Hayim Herzog’un bu elim olayların akabinde, Turgut Özal’ı ziyareti -ki söz konusu ziyaret, İsrail tarafından devlet başkanlığı nezdinde Türkiye’ye ilk ziyarettir- Bulgaristan göçü sonrası hızlıca gelişen Türk-İsrail ilişkilerine kanıt niteliğindedir.

Türklerin yaşadığı bu trajedi sürecinde, ANAP Milletvekili Barlas Doğu’nun da faaliyetlerini hatırlatmak gerekiyor. Barlas Doğu, Müslüman ülkelerle İran’ın, bu trajedi karşısında ‘suskun olmalarına’ ve İsrail’in Türkiye’ye verdiği desteğe yönelik demecinde şunları söylemişti:

“Bundan böyle; kim sesini daha iyi duyurur, kim Türk dostudur veya değildir, kim insan haklarının savunucusudur; artık bunu değerlendirmek bize aittir.”

Doğu’nun yukarıdaki demecinden de anlaşılacağı üzere Türkiye, bu tarz trajik ve kendisini zorlayan dış politik gelişmelerde, İsrail’i neredeyse yeniden keşfetmektedir. Aslında, iki ülke ilişkilerinde buna benzer birçok örnek bulunuyor. Günümüz İsrail-Hamas ve İsrail-Filistin ilişkilerine de bu noktadan yaklaşılırsa Türk dış politikasının manevra kabiliyetinin, her daim geniş tutulabilmesi mümkün olabilir.

Türkiye için kimi zaman, Müslüman coğrafyadan maruz kaldığı ‘yalnızlığı’, İsrail’le dengelemek bir ‘zorunluluk olmaktan’ çıkmalıdır. Arap coğrafyasının, yeri geldiğinde, Türk-İsrail yakınlaşmasına karşı sergiledikleri hırçın tepkilere rağmen İsrail, sadece konjonktür gereği değil; her an, Türkiye için önemini korumalıdır. Buna, yukarıda izah etmeye çalıştığım Bulgaristan Türklerinin göç ettirilme süreci ve sonrasında yaşanan gelişmelerde de tanık olmaktayız.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün