Hepsi bir illüzyon…. Hepsi... Kararlarımız, yaşamlarımız, başarılarımız, sevdiklerimiz bile… Bir illüzyon. Yapmaya odaklanmışız, hep bir şeyler yapmaya, yaptıklarımızı iyi yapmaya ve bu hayatta başarılı olmaya… Belki de yanlış sorunun daha da yanlış cevaplarının izinden gitmişiz olduk olası. Yapmayı ve yaptıklarımızı başarmayı koymuşuz odağımıza.
Oysa…
İnsan yapmaktan çok olmaya baktığında ne olduğuna ve ne olacağına baktığında yeşeriyordu hayat. Günlük koşturmacalardan, toplumun ve ailenin ve hatta kişinin bizatihi kendisinin kendine yüklediği yapılacaklar ve yapılması gerekenler listesinden sıyrılıp da bir gözü değil, iki gözüyle, kulaklarıyla ve tüm bedeniyle kendine baktığında buluyordu içinde yeşeren tomurcukları, çiçeğe dönmeye hazırlanan sevgileri… Dışarıda değil, dışarıdan içeriye de değil, içeriden dışarı akıyordu çünkü yaşam. Özlemleri, sevgileri, sevdikleri… Gelmişleri ve gitmişleri -her nerede olurlarsa olsunlar- bedenliler ve bedensizler… Hep onunlaydı çünkü, onunla, onda ve ondan… Dönüp yaşamına baktığında, yaşamın içinde nerede olduğuna, kim değil de ne olduğuna baktığında buluyordu en gerçek cevapları. Kim sorusu etiketlerle cevaplanıyordu. İsmi bile bir etiketti insana. İsmi, soy ismi, ailesi… Güçlü isimler, güçlü sorumluluklar da getiriyordu beraberinde. Ancak insanı o olduğu kişi yapan ne olduğu idi, hayatta ‘duruşu’ idi. Nasıl durduğu, nasıl tepki verdiği, nasıl vermediği… Onu o olduğu insan yapan yaydığı rayihasıydı, sunduğu ışığıydı dünyaya. Yapmak yerine olmaya baktığında anlıyordu soruları hep tersten sorduğunu. Tepe taklak ettiğinde soruları, buluyordu en derin, en gerçek soruları da cevaplarını da.
Hayattan ne istiyorum diye sormayı öğrenmişiz. Bunun yerine… “Peki ama hayat benden ne istiyor?” diye sorduğunda bulacaktı yolunu. Bulduğu yolda, direnmek yerine, olana ve olmayana direnç göstermek yerine ışığını yaymayı seçtiğinde değişiyordu dünyası. Çünkü odağı neredeyse orada gerçekleşiyordu hayat. Odağı yürüyeceği yolu belirliyordu. Hayat benden ne istiyor diye sorduğunda, varlığının en derinlerinden gelen o bazan sessiz, kimi zaman güçlü ses veriyordu ona cevabı. Bulduğu cevap yolunda ilerlediğinde yapmak ve olmak el ele dolaşmaya başlıyordu. Anlıyordu, hedef, hayatta başarılı olmak değildi. Hedef hayatı başarmaktı. Ve hayat, bazan acı bazan mutluluk gözyaşlarıyla; bazan kendini bazan ötekini ön plana koyduğu; bazan koşturmacalı bazan dingin bir salınım oyunuydu. Ve oyun etiketlerden sıyrılmayı ve sarılmayı öneriyordu. Birbirine sarılmayı, paylaşmayı, çoğalmayı öneriyordu. Sevmeyi… Kalbini açmayı öneriyordu. Kalbini sevgiye ve şefkate açmayı. Kalbini açtığında her şey mümkün oluyordu. Enkaz altında kalmıyordu kimse. Ve işte o zaman bayram oluyordu her nefes.