Şehirler ve sevdalar

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
26 Nisan 2023 Çarşamba

Şehirlerin sevdalarla doğrudan ilişkisi vardır. Aşkı nerede yaşarsanız, o şehrin ayrıntıları kalır zihninizde… Sokakları, aralıkları, süslü mekanları, kimsesiz köşeleri… Eğer bu şehir İstanbul’sa deniz kokusu, yosun kokusu işler burnunuza… Orhan Veli’nin şiiri gibi şehri dinlersiniz sevdanızın içinde… Şehirleri ve aşkları birbirinden ayıramaz yazarlar. Sevgili şehir, şehir sevgili gibidir seven için. Sonra insan, birinden ayrılsa bile diğeriyle sonsuza kadar yaşar…

Bahar geldi İstanbul’a… Erguvanlar, saklandıkları yerlerden çıkmaya hazır, hatta bazıları sabırsız… Burunlarının uçlarını saklayamıyorlar. Bahar; sevdanın, sevginin, insan olmanın en zirvede yaşandığı mevsim… Yeniden canlanma, baştan başlama, bir’den başlayarak sayma mevsimi… Baharda neler okumalıyız? Aşkı, şehirleri, mevsimleri; insanları anlatan ne varsa, onları… Olivia Lanig, ‘Yalnız Şehir’ başlıklı kitabında şöyle demiş:

“Anlamaya başlamıştım, yalnızlık kalabalık bir yerdi: Kendi içinde bir şehirdi. Ve biri bir şehirde yaşamaya başladı mı ilk başlayacağı nokta, kaybolmak olur. Zamanla kafanızda bir harita oluşmaya başlar, sevdiğiniz yerler ve tercih ettiğiniz yollardan oluşan bir koleksiyon: Başka bir kişinin asla kopyasını çıkaramayacağı ya da çoğaltamayacağı bir labirent. O yıllarda inşa etmekte olduğum ve şimdilerde de devam etmekte olan şey bir yalnızlık haritası… Yalnız olmak ne demekti ve bu yalnızlık insanların hayatlarında nasıl işlev görüyordu anlamak istedim. Anlayayım ki sanat ile yalnızlık arasındaki karmaşık ilişkinin şemasını çıkarmaya teşebbüs edebileyim.”

Yalnız olmak ne demektir şehirlerin kalabalığı içinde? O nasıl derin bir teklik, bitmez bir boşluktur insanın yüzüne tokat gibi vuran? Şehirler nasıl dalga geçer insanla? Yalnızlığın da kendine has bir kalabalığı vardır insanın kendi kendine yarattığı… Bu kalabalık yalnızlığı anlatıyor kitap bize. Aşkın, iki kişiliğin, iki kişiyken bir olma becerisinin, bir şehrin ayrıntılarıyla nasıl şekillendiğini tatlı tatlı anlatıyor. Hepinizin aşkına ev sahipliği eden bir şehir vardır mutlaka... Bir şehirde sanatla ve yalnızlıkla yaşamanın korkunç tekliği, çok güzel anlatılmış.

Ahmet Batman’ın ‘Beni İçinden Sev’ romanında da durum böyle.

“Kimsenin bilmediği bir şarkısın. Bana kendini öğret.”

Başka hisleri başka insanlarda değil de hepsini sende tüketmek isterim çünkü ikimiz başkayız, kimsenin bilmediği bir başka dünyayız. Bakma sen bu kalabalığa, bu dünya bizim için yaratıldı. Başkaları sadece başkaları olarak kalsın, sen bir hayal kur kendine ve içinde sadece bize yer olsun.

Yazar, egosit olur hikayesinde… Kendi kendini yazıyorsa kendine ait gerçekler varsa içinde, en çok kendi yazdığını sever. Güzel bir hikaye anlatmış yazar önce kendine sonra bize çünkü içinde yazmak istediği kişi var. Biz başkayız demez mi her seven sevdiğine? Herkesin aşkı kendine özel, ona biricik değil midir? Hatta yaşadığı diğer aşklardan bile ayrıdır yenisi… Biz başkayız, kimseye benzemiyoruz, bizim aşkımız biricik ve sadece bize ait… Budur aşıkları birbirine bağlayan yanılsama! En başka, en özel, en gerçek ve en benzersizdir bitinceye kadar. Aşkın bu tanıdık yanılsamasını bu kadar keyifli anlatan kitap azdır. 

Charlie Jane Anders’ın ‘Gökteki Bütün Kuşlar’ kitabı ise fantastik sevenlere adeta ilaç… Şahane, büyülü bir rüzgara kaptırıyor okuru. Büyülü ve farklı bir dostluğun umulmadık anlarda kesişen yolarla nasıl pekişeceğini anlatıyor. Birbirine çok benzer iki çocuğun hayal dünyalarının renkli atmosferinde nefis bir yolculuğa çıkarıyor.

Laurence Armstead yaşına göre fazla zeki bir çocuktu. İki saniyelik, hiçbir işe yaramadığını düşündüğü bir zaman makinesi icat etmiş, çocukluğu ailesi tarafından ihmal edilerek ve ergenliği de okuldaki zorbalar tarafından itilip kakılarak geçmişti. O eve, o aileye, o okula ve insanların arasına ait olmadığının farkındaydı.

Ve toplumdan dışlanmış iki sıra dışı çocuğun yolları bir tesadüf sonucu kesişirken dünyanın sonunu şekillendiren kader ağlarını örmeye başlayacaktı. İşinin ehli bir suikastçı, Laurence’ın dolabının içinde yarattığı bir yapay zekâ, tek sözcükle insanları lanetleyen cadılar ve büyücüler, başka gezegenlere açılacak kapılar inşa eden bilim insanları... 

Belalar ve mucizelerle dolu hikâyelerini başlatan o küçük tesadüf onları bir kere buluşturduktan sonra hayat –belki büyü belki de bilim– Patricia ve Laurence’ı tekrar tekrar karşılaştırmaya devam edecekti, onlar tek bir şeyi anlayana dek: Aralarında yok edilemez şeyler olduğunu.

Mevsim baharsa sevdaya daha çok tutunur insan… Bir sevdası yoksa “olsun” demeyi, varsa onu daha da derinden yaşamayı seçer. Sevdaların yaşanmasına ev sahipliği yapanlar da hiç kuşkusuz, şehirlerdir. Caddeleri, sokakları, evleri, ağaçları, denizleriyle şahitlik eder yaşananlara…

Bu kitaplarda hem şehirlere hem de sevdalara yakından bakacaksınız.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün