Geçen hafta Mehmet Demirkol’un Burak Yılmaz ile yaptığı söyleşiyi izliyordum. Öyle bir söyleşiydi ki Burak Yılmaz hakkındaki bütün düşüncelerimi değiştirdi diyebilirim. Fenerbahçeli olduğum için ve 2017 yılındaki ‘Evet’ videosundan dolayı Burak Yılmaz hiçbir zaman sevdiğim bir futbolcu olmamıştı. Buna rağmen geçen haftaki söyleşi bana Burak Yılmaz’ın çok farklı bir yüzünü gösterdi. Öncelikle benim gibi Hollanda'da olması ve dil öğrenmekle cebelleşiyor olması hemen aramızda bir bağ oluşturdu. Ardından futbol eğitimi, İngiltere’de Brighton Teknik Direktörü De Zerbi’ye övgüsü ve genel kibar tavrı çok hoşuma gitti. Tam Burak beni artık daha fazla şaşırtamaz derken Türk futbolunda neredeyse hiç duymadığım bir şey söyledi. Burak Yılmaz sinir problemlerinden dolayı terapiye gitmiş. Bunu da açık açık bir programda dile getiriyor. Burak’ın açık sözlülüğüne, dürüstlüğüne, en çok da gelecek nesil sporculara verdiği mesaja hayran kaldım. Bunun üzerine de bu haftaki yazımın konusu belirlenmiş oldu: “Spor ve Mental Sağlık”.
Artık mental sağlık konuşulmasının ayıp olmadığı bir dünyaya doğru ilerliyoruz. 1980’ler Amerika’sında mental yorgunluk çeken ve bitkinlik hisseden çalışanların ‘Hippi’ hastalığına sahip olduğu söylenirken artık birçok ülkede ‘Burnout’ (mental tükenmişlik) üzerine uzmanlar var. İnsanların terapiye gitmesi ve ilaç kullanması çok daha normalleşti, aynı zamanda insan psikolojisi hem bir üniversite bölümü olarak hem de bir ilgi alanı olarak popülerleşti. Peki spordaki durum bundan farklı mı? Biraz.
Sporcular çok genç yaştan en iyi olmak için eğitiliyor. Her zaman kazanmayı ve kendilerini bir üst seviyeye taşımayı öğreniyorlar. Bu süreçte yanlarında çok önemli bir duygu var: hırs. Zaten var olan hırs duygusunun üstüne takımda yer almak ve takımını bir üst seviyeye taşımak için kendilerine koydukları baskı var. Bunlar yetmezmiş gibi bir de günümüzün dünyasında sosyal medyadan gördükleri ekstra bir baskı ve nefret de var. Tam olarak da bu yüzden sporcuların kendi mental sağlıklarıyla özenle ilgilenmeleri gerekiyor. Kimi zaman teknik ekiplerin bu konularda yardımcı olduğu bile biliniyor. Bu konuda en sevdiğim örneklerden biri Jurgen Klopp’un Liverpool’a profesyonel sörfçüler getirip bütün takıma baskı ile başa çıkma ve nefes eğitimi vermesidir. Buna benzer bir örnek yakın zamanların en güzel dizilerinden biri olan Ted Lasso’da yer alıyor. Dizi hayali bir İngiliz futbol takımını ve takımın başına gelen teknik direktör Ted’in hikayesini anlatıyor. Dizinin ikinci sezonu takımın formsuzluğu ve takım içi düzensizliğin üzerine takıma bir terapist atanıyor ve bu terapist dizinin çok önemli bir parçası haline geliyor.
Genelde yazılarımda bir konudaki eksikliğe değinmeyi severim ama bu sefer bir eksiklik bulamıyorum çünkü doğru yoldayız. Genç sporcular gerek Burak Yılmaz’ı dinleyince, gerek Jurgen Klopp gibi teknik direktörlerle çalıştıkları zaman, gerek de Ted Lasso gibi diziler izledikleri zaman mental sağlıklarının önemini öğreniyor. Belki de bize burada taraftarlar olarak düşen şey hiçbir zaman futbolcuların da insan olduğunu unutmamak. Biliyorum tuttuğunuz takımın oyuncusu son dakikada penaltıyı kaçırdığı zaman ona kızıyorsunuz. Ama emin olun ki siz o günü bir şekilde unutacak olsanız da o oyuncuyu da bir ömür boyu uykusuz geceler bekliyor.