Yakın zaman önce 1990’lı yıllarda teniste 14 ve 16 yaş kategorisinde İstanbul Şampiyonluğu kazanan, 17 yaş kategorisinde Türkiye Şampiyonluğu elde etme başarısını gösteren ve 18 yaş Türkiye klasmanını iki sene üst üste birinci bitirmiş, kıymetli dostum Erdal Benbasat ile uzun bir sohbet gerçekleştirme imkânı buldum. Bu sohbette A’dan Z’ye bir sporcunun nasıl yetiştirilebileceğine dair çok detaylı bilgiler öğrendim. Sizlerle de bir kısmını paylaşmak istiyorum.
Erdal, 1979 doğumlu. Tenise beş yaşında TED spor Kulübünde başladı. Üç kez Tenis Milli Takım kadrosunda yer aldı ve maalesef 21 yaşında geçirdiği boyun fıtığı rahatsızlığı sebebiyle kariyerini sonlandırmak zorunda kaldı.
Oyunu çok sevmek, başlamak için en önemli kriter. Başlangıç yapılan kulübün önemi de çok fazla. Çünkü ilk zamanlarda motivasyonun temel kaynağı kulüpte senin önünde olan sporcuları çok iyi izlemek ve örnek almak diyor Erdal.
Kendi tekniğini geliştirdiğin dönemde de işin içerisine azim ve çok çalışmak giriyor. Malcolm Galdwell’in Outliers kitabında bahsettiği 10 bin saat kuralı geliyor aklıma. Gladwell’in çok bilinen tezi kısaca şöyle: “Bir işi o işte dünyanın en iyileri seviyesinde yapmak istiyorsan, o işte en az 10 bin saatlik bir mesai harcaman gerekir.”
Erdal, özellikle ortaokul döneminde okuldan sonra her gün en az iki saat antrenmana gittiğini, hafta sonları da zamanın çok büyük bölümünü kortta geçirdiğini belirtti. Dolayısıyla Gladwell’in 10 bin saat kuralına uyumlu bir çalışma süreci yürüttüğünü anlayabiliyorum.
17 yaşındayken Erdal şunu fark ettiğini söyledi: “Ne kadar çalışırsam çalışayım olduğum yerden daha ileriye gidemediğimi düşündüm. Benim gibi düşünen üç arkadaşımla beraber Avusturya’da iyi bilinen bir kampa katılmaya karar verdik. Üç hafta boyunca sürecek, oldukça yoğun bir kamptı. İşte o karar benim tenise bakış açımı tamamen değiştirdi. O kamptan sonra performansım da çok farklı bir noktaya geldi.”
Tabi bu kamplar oyunculara sihirli bir değnek değdirmiyor. Fakat farklı bir zihin yapısı aşıladığı aşikar. Erdal şöyle devam ediyor:
“Çalışma temposu tabi ki çok yoğundu. Nitekim tamamen tenise odaklı bir kamptı. Sabah uyanıyor. İki saat maç yapıyor, sonra kahvaltı ediyorduk. Sonra öğlene kadar yine antrenman ve maç yapıyorduk. Öğle arasından sonra ormanda koşu kondisyon antrenmanları yapıyorduk. Sonra akşama kadar yine maç yapıyor ve gece ertesi güne dinç uyanabilmek için erken saatte yatıyorduk. Yoğun çalışma neticesinde fiziksel gücümün arttığını ve dünyanın her yerinde gelen iyi oyuncularla oynayarak tecrübemin ve oyun tekniğimin geliştiğini hissediyordum. Ancak bence esas değişim düşünce yapımda oldu sanırım. Çünkü döndüğümde bambaşka biriydim. Nitekim o sene Türkiye şampiyonu oldum.”
Erdal’ın tenis hayatının değiştiren Avusturya kampında benim tespit edebildiğim çok önemli üç nokta var:
- İşine odaklanmak, verimli bir zaman planlaması çerçevesinde tam konsantre şekilde çok sıkı çalışmak,
- Dünyanın dört bir yanından gelen iyi oyuncularla oynama fırsatına nail olmak,
- Yaptığı işin hayatının merkezine yerleştirmek ve ona tüm güçle sarılmak.
Neden ülkemizden dünya çapında bir tenisçi çıkaramıyoruz diye çok klişe bir soru vardır. Eğer Erdal, 21 yaşında sakatlanmasaydı belki de bu soru yıllar önce yanıtını bulacaktı.
O zamandan bu zamana neden hala dünya çapında bir tenis oyuncusu çıkaramadığımız sorusunun yanıtı ise son maddede saklı.
Nitekim yaptığımız işi hayatımızın merkezine yerleştirmek belki de bu yolculuğun en zor kısmını oluşturuyor.