İlk oy kullandığım günü anımsıyorum. Evimizin yakınında bulunan Elektrik İdaresi binasının girişine kurulan sandıkların birinde, elimizde nüfus kağıtlarımız ve seçmen pusulamız, uzunca bir kuyruğun erimesini beklemiştik. Şık, kibar insanlar, seçimin ne denli ciddi bir iş olduğunun bilincinde, birbirlerine saygılı, aralarında hoş sohbet, yumuşak bir muhabbet içindeydi.
Seçim anlamı itibarı ile fedakarlık getirir, zira insan seçmediğine kavuşamaz, seçtiğinin lehine ondan vazgeçer. Vazgeçilen, kötü olduğundan değil, şahsi beklentilere uymadığından, hedeflenen ile bağdaşmadığından seçilmez. Bu seçilmeyenin yok sayılması anlamına da gelmez… O fikir olarak, eylem olarak vardır ve hep var olacaktır. Ancak seçenin – ya da oy verenin – ajandasında olmayacaktır.
Seçim yapısı itibarı ile özeldir. Kişiye aittir. Onu kıymetli kılan bu tekil olma durumudur. Kişinin biriktirdiği deneyimlerin üzerinden kendisine önerilen programları değerlendirmesini gerektirir. Bu değerlendirmenin başarılı olması için, bireyin özgür olması, mantığını serbest düşüncenin dalgaları arasına salıverebilmesi önemlidir. Özgürlükten men edilmiş, aklın kontrol altına alındığı ortamlarda, kararın üzerine konan ipoteklerle seçmek, gerçeğin tecelli etmesine engel bir durumdur.
Değerlendirme eğitim gerektirir. Gelecekten beklenen kaliteli yaşamın niteliği hakkında düşünce geliştirmeyi, dinlemeyi, fikirlerini doğru dile getirmeyi, paylaşmayı, tartışmayı, karşısındakini anlamayı gerektirir. Kimse, kimse ile aynı fikri paylaşmak ve aynı seçimi yapmak zorunda değildir. Ancak, farklı seçeneklere parmak kaldırmışların birbirlerine saygı duymaları esastır. Neticede, söz konusu olan paylaşılmış geçmişin üzerine, paylaşılacak geleceğe en doğru şekilde karar verilmesidir. Burada husumete yer yoktur, olmamalıdır.
Kararlar genellikle zor alınır. Kişi kendisini gelgitlerle mücadele eder bulur ki, bu uzun soluklu bir süreci gerektirebilir. Bu süreçte herkesten bilge olmasını beklemek hayaldir pek tabii ki… Ancak herkesten sağ duyulu olmasını, aklını başına toplamasını beklemek halkın iradesine gölge düşürmemek adına önemlidir.
Aklın kişinin emrinde kaldığı, mantığın egemen olduğu, katkı sunanların birbirlerine saygı ile yaklaştığı bir ortamı geçerli kılmak ise kendini bilen herkese düşen görevdir. Toplum kanaat önderleri, düşünen insanlar, güzeli iyiyi tasarlamak için, yapıcı olmak için yola çıkanlar, bireyin zorlu karar alma sürecinde kendisini rahat hissedeceği ortamı sağlamak durumundadırlar.
Düşmanlık, kin ve nefret ile yoğrulmuş dürtülerin egemen kılındığı ortamlar, tehditlerin kişisel özgürlükleri kısıtladığı iklim, seçmenin tılsımını bozan, toplumsal dengeleri, birlikte bir gelecek kurma arzusunu torpilleyen nitelikte olur ki, bu kimseye fayda getirmez.
Yıllar önce insanın düşünce yolculuğu ile ilgili fikir jimnastiği yaparken tırnak içine aldığım bir deyiş vardı: “Seçmek olmak demektir…”
“Cognito er sum – Düşünüyorum öyle ise varım”. Descartes bunu sözcüklere döktüğünde 17 yüzyıl Orta Çağ’ın kör karanlığından bir ön aydınlanmaya kayıyordu içinde bulunduğu toplum. Bağnazlıktan, bencillikten arınmış iklim, özgür düşüncenin yeşereceği ortamdır, kuşkusuz.
Bugün gelinen aşamada, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu bir zeminde, yine sandık başına gidip sıraya gireceğiz. Geleceği şekillendirmeğe katkı sunmanın heyecanı ve görevin bize yüklediği sorumluluk ile…