Başkalarını bilmem, ama ben artık televizyonun tartışma programlarında aynı yüzleri görmekten, aynı sözleri dinlemekten sıkıldım. İşin ilginç yanı konuşanlardan her biri, sanki her konunun uzmanı kesiliyor. Siyasetten ekonomiye, sağlıktan çevreciliğe… Konuşma yetilerine bir diyeceğim yok, ama kimilerinin sözlerinden bir anlam çıkarmaya çalışacak olursam, bildiklerimden de kuşku duyabilirim. Onlar dinleyicisini, izleyicisini bulduktan sonra, benim söylediklerimin ne önemi var ki?
Bu sözlerim yalnızca ekranda gördüklerimle sınırlı olsa kolay, bir başka kanala geçerim, konu kapanır. Oysaki hepimiz gün boyu farklı yerlerde, benzer özelliklerde insanlarla karşılaşıyoruz. Okulda, işyerinde, kısaca tüm sosyal ortamlarda… Bu insanlar önemli olsun ya da olmasın, mutlaka bir şey söylemek, kendilerini anlatmak gereksinimini duyuyorlar. Ben de varım, benim de görüşlerime kulak verin, önemli bir insanım dercesine… Oysaki bir sözü değerli kılanın söyleyenden çok, ne söylendiğiyle ilgili olduğunu biliyoruz. Bu konuda onlarca atasözümüz var. Ben yalnızca Platon’un bir sözünü paylaşarak, üstünde düşünmenizi istiyorum:
“Bilge insanlar konuşurlar, çünkü söyleyecek bir şeyleri vardır. Aptal insanlar konuşurlar, çünkü bir şey söylemek zorundadırlar.”
Susmak gereken yerde, konuşmak zorunda hissedenleri ünlü düşünür boşuna aptal diye nitelendirmemiş. Biz bu insanları zekâ yoksunu olarak görürüz, oysa bazıları kendi çabalarıyla bu duruma düşebiliyor. Deneyimler göstermiştir ki, kimi zaman sergileyeceğimiz bir suskunluk, sözlerimizden daha etkili olabilmektedir. Yine konuya odaklı birkaç sözle, uzun ve gereksiz konuşmalardan kaçınarak daha iyi anlaşılmamızı sağlayabiliriz.
Elbette ki siyasetçiler, sunucular, avukatlar gibi meslekleri gereği konuşmak zorunda olan insanlar vardır. Bunların yanında esnaf da ürününü satmak, karşısındaki insanı inandırmak için sözü daha çok uzatabilir, biraz da abartabilir. Her birinin söyledikleri, kendi bilgi alanları içinde kaldığı sürece, doğal karşılarım; ancak bir topluluğa seslenirken ya da bir arkadaş ortamı içerisindeki amacın dışında yapılan konuşmalar, hoş karşılanmadığı gibi itici olabiliyor.
Ünlü Fars şair ve düşünürü Şeyh Sadî, cahil insanı bir davula benzetir. Sesi çoktur, ama içi boştur, der.
Bazen konuşmanın mı yoksa susmanın mı daha güç olduğunu düşünüyorum. Yerinde ve zamanında bir suskunluk önemli bir erdem sayılabilir; ama ya zorunlu olarak susmak ya da susturulmak durumunda olanlar? Onları konumuzun dışında bırakarak, Nâzım Hikmet’in Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları şiirinden iki dizeyi anımsatayım:
“Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.”
Bazen seçtiğimiz bir yalnızlık ortamında, kendi kendimizle yaptığımız konuşmalar bizi yeni düşüncelere, farklı sorgulamalara yöneltebiliyor.