Bu yazıyı kaleme aldığım sırada kimi siyasilerin cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda hangi adaya destek vereceklerini kendileri ile çelişir ifadelerle halka açıklamaları bana Aziz Nesin’in aynı isimli romanından 1980’li yıllarda sinemaya aktarılan ‘Zübük’ filmini hatırlattı. Kartal Tibet’in yönettiği, Aziz Nesin’in öyküsünden Atıf Yılmaz’ın senaryolaştırdığı ve Kemal Sunal’ın başrolde yer aldığı 1980 yapımı ‘Zübük’ o çok partili dönem içerisinde, toplumun yaşantısı paralelinde siyasi yapılanmaya da eleştirilerde bulunan, içi boşaltılmış kavramlarla akıllı olanın kesesini doldurmaya çalıştığı bir dönemi anlatır.
Zübük filminin ana fikri özelliği taşıyan, filmin sonunda hepimize sistemin dışında kalması ile umut aşılayan Zübükzade’nin topluma ayna tutan sözleridir: “Aslında hepimizde var biraz Zübüklük. Biz Zübük olmaya zorlanmışız. Zübüklerden kurtulmanın birinci çaresi önce kendi zübüklüğümüzden kurtulmaya çalışmaktır.”
Nitekim ilkesizlik durumu sadece siyasilerde değil, son dönemde toplumun her alanında kendini göstermektedir. Bazen çıkarların uyuşması bazen de maddi nedenlerle tuttuğumuz takımın, güvendiğimiz markanın, ait olduğumuz yapının bize söylenilenin tam tersinde hareket ettiğini görür ve isyan ederiz. Kimimiz “bir daha asla” derken, bazılarımız da alternatifsizlikten mecburen desteğe devam eder.
Zübük aslında toplumun bilinçsizliğine parmak basmaktadır. Toplum eşitlik, adalet, özgürlük kavramlarının tam olarak ne olduğunu bilmemekte, seçimlerin sonuçlarının demokratik haklarına etkisinden çok, çıkarlarına etkisi üzerinden hareket ederek tercihte bulunmaktadır. İster kalburüstü kesim, ister esnaf, tüccar ya da sade halk olsun tüm sınıfsal yapının ortak derdi hep daha iyi bir yaşam alanıdır. Bunun için kimi göç etmeyi düşünürken kimi de türlü yollardan medet ummaktadır.
Ticaretle uğraşan kesim için istikrar herşeyin önünde giderken, altı partiden oluşan ve muhalefeti temsil eden ‘Millet İttifakı’ ise seçimi kazansalar ise bile birbirinden bambaşka fikirleri ile birçok seçmene “Peki ya sonra?” sorusunu sordurtmaktadır. Nitekim, gerçek bir CHP seçmeni dahi bugün mevcut ittifakın birçok üyesinden memnun olmasa dahi, ‘kötünün iyisi’ mantığında oyunu kullanmaktadır.
Sizce sadece ‘rakibi alt etme’ üzerine kurulu, istikrarlı bir görüşü temsil edemeyen, bir yandan eleştirdiği partiden ayrılanların kurduğu parti temsilcilerini oy alma gayesiyle bünyesine katmış, öte yandan mecburen ittifak ortaklarına birçok söz vermiş bulunan bir aday seçmen gözünde yeterli bir duruş sergileyebildi mi?
Gri alanda bulunan birçok seçmenin sırf bu nedenle karşı tarafın ‘teröre destek verenlerle iş birliği’ argümanından bile hareketle bu ittifaka destek vermediğini zor da olsa anlayabilmek mümkün. Bu seçimler bir kez daha kendi mahallemizden çok farklı bir gerçeklik içinde yaşadığımızı, mücadelenin uzun süreli olması gerektiğini göstermiştir.
Malum, birinci tur adayının sevgili dostumuz yazar Bahar Feyzan ile söyleşisinde “Bedava destek vermeyiz!” sözüyle rengini belli eden, kendilerine göre pragmatik bakış açıları seçimin ikinci turunda yepyeni dinamikleri açığa çıkarmış, Türk siyaset tarihinde bir kez daha siyasetin bir gün söylediğinin tam tersini yapabilme gerçeğini de seçmenine göstermiştir.
Burada takdiri seçmene bırakmak gerekir…
İkinci turu hangi adayın kazanacağından bağımsız, daha ilkeli, daha özgür ve adil bir Türkiye için önceliğimiz kendi evimizden, evimizin önünden temizliğe başlamamız, hayatın her alanına da bunu yaymamız olmalıdır.
Huzur dolu bir seçim dileklerimle…