Geçtiğimiz Pazartesi, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi organizasyonu ve Alman Konsolosluğu desteğiyle farklı kurumlara düzenlenen ‘Yahudi Kültürü Eğitimi’ seminerlerinde bu kez İstanbul Rehberler Odası (IRO)’ya bağlı 120 rehber kardeşimizi ağırladık.
Seminerin konuşmacısı olarak bu kez sahada seminer formatında Kuzguncuk’ta bir yandan mahalle kültürünü keşfederken öte yandan da Kuzguncuk’un iki tarihi sinagogunu tüm meslektaşlarımızın tanımasını amaçladık.
Seminerde öncelikli olarak Osmanlı Yahudi Mirası ve ardından da Cumhuriyet Dönemi Türk Yahudileri konularını meslektaşlarımla paylaşarak soru-cevap kısmına da geniş bir yer bırakmayı tercih ettim. Her seminerde benzeri yaşandığı gibi bu kez de iki ‘ilginç’ soruyla karşılaştım.
İlk soru ‘Varlık Vergisi’ konusunu ile ilgili bir meslektaşımın ‘Türk’, ‘Müslüm-Gayrimüslüm’ ayrımından gelmişti. Meslektaşım o dönemin ‘moda’ iklimini görmezden gelerek, bizim zamanımızda Türk ayrımı değil, ancak Müslüm-Gayrimüslüm ayrımı olmuştur diyerek anlamaya çalıştığım karşıt bir fikir geliştirmeye gayret etmişti. Kendisi ile o dönem halkın düşüncesinden bağımsız, resmi otoritenin ‘Gayrimüslümler’ üzerine yaklaşımını hatırlatmak durumunda kaldım.
Varlık Vergisi hesapta “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olarak açıklanmıştı. Ancak dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun CHP toplantısında söylediği gerçeği daha çok yansıtmaktaydı: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” Yabancılar olarak nitelenen maalesef ki sadece ticaret yapmaya yakın zamanda gelmiş ecnebi Fransızlar, İngilizler benzeri toplumlar değildi… 1942’de Maliye Bakanlığı, İstanbul Defterdarlığından “savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği” iddia edilen kimselerin cetvelinin yapılarak Müslümanların M, gayrı Müslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep etmişti. 11 Kasım’da Varlık Vergisi kanunu hiç tartışılmadan TBMM’de kabul edilip, tahakkuk eden vergilerin yüzde 93’ü gayrimüslüm ve ecnebiler, yüzde 7’si Müslüman mükelleflere yüklenecekti. Aralık 1942 ve Ocak 1943’te İstanbul’da azınlıklara ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirecek, 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrimüslüme ait ev ve işyeri haraç mezat hızlıca satılacaktı. 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, tümü gayrımüslümden oluşan toplam 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye, 900’ü Eskişehir Sivrihisar’a yollanacaktı. 9 - 13 Eylül 1943 tarihlerinde New York Times gazetesinde Türkiye’deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazılar ve uluslararası tepkiler sonrası 17 Eylül’de toplanan TBMM, henüz tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine ve Müslüman ahaliye ait taksitlerin de iptaline karar verecekti. Kısaca ne uygulama şekli ne de iptali ‘eşit’ bir şekilde gerçekleşecekti. Aşkale ve Sivrihisar sürgünlerinin sağ kalanları yaklaşık on aylık esaretten sonra hasta, bitap ve umutları çoktan tükenmiş bir şekilde evlerine gönderilecekti.
Seminerde gelen onlarca değerli soru içerisinde bir diğer ‘ilginç’ soru ise “Bir Türk Yahudisi olarak İsrail yönetimi hakkında ne düşündüğüm” idi.
Bu soruya da elimden geldiğince sakinlikle cevap vermeye gayret ederken, değerli meslektaşıma bu tarz soruların maalesef antisemitizme varabilecek bir ucu olduğunu da hatırlatma ihtiyacı hissettim.
Türkiye-İsrail ilişkileri zikzaklarla, tarihte görülmemiş zor dönemleri atlatarak bu yıl itibari ile belli bir yere gelmeye başladı. Taraflar her konuda anlaşamayacaklarının bilincinde ortak çıkarları geliştirmeye, tarihsel bağlardan da hareketle barışçıl ilişkileri tesis etmeye yönelik bir kararlılık içerisinde. Ancak tüm bu hususlar, bir Türk Yahudisi’ni Müslüman bir komşusundan daha az veya daha fazla fikir beyan etme konusunda asla bir mahalle baskısı yaratmamalı… Geçmişte özellikle ‘One Minute’ ‘Mavi Marmara’ dönemlerinde sokaktan yükselen antisemitizmi hissetmiş, korkmuş bir Türk Yahudisi olarak gönül bağımız olan ülkedeki hiçbir kararda yetkimiz, dahiliyetimiz olmadığını, hiçbir bu bağlamdaki konuda özellikle fikir söyleme, söyletme ihtiyacının demokratik bir ülkede olmaması gerektiğini hatırlattım. Nitekim, diaspora cemaatlerinden bağımsız tüm İsrail halkının İsrail mevcut yönetimi hakkında aynı fikre sahip olduğunu düşünebilmek bile en masum haliyle ‘saflık’ olsa gerek.
Holokost’u yaşamış bir millet olarak, İsrail bütün dünya Yahudileri’nin ortak sigortasıdır. Dualarımızda defalarca geçen, üç semavi din için kutsal olan bu topraklarda bir gün terör yerine ‘barışın’ daimi olabilmesi ise insanlığın ortak dileği…
Tanımak, öğrenmek, temas etmek şart…
Hele ki söz konusu ülkemizin dört bir yanını birçok önyargıyla da buraya gelen turistlerimize anlatacak değerli kültür elçilerimiz profesyonel turist rehberlerimiz ise… Benim için paylaştıkça öğrendiğim, bilginin paylaştıkça çoğaldığının bilincinde anlamlı günlerden biriydi.
Tüm kardeşlerime gönül dolusu teşekkürler.
Hayat boyu eğitimin toplumun her kademesinde daim olacağı,ön yargılardan arınmış birbirimizi tanımaya,anlamaya gayret ettiğimiz günler dileğiyle…