28 Haziran 1976
4 Temmuz Amerika bağımsızlık gününde “Nereye gitsem acaba?” planları yapan tüm İsrailli öğrenciler gibi, Bibi’nin de hevesi kursağında kalacaktı…
Tatilden bir hafta önce, Tel Aviv - Paris seferi yapan Air France uçağı, ikisi Alman dört hava korsanının saldırısına uğramış, korsanlar, muhtemelen daha önceki fiyaskolarından ders alarak, uçağı bu kez Tel Aviv’den uzak, Uganda’nın Entebbe Havalimanına kaçırmıştı.
Haberlere göre, İsrail hükümetiyle Uganda diktatörü İdi Amin arasında, rehineleri kurtarma pazarlığı başlamıştı…
Hava korsanları, Yahudi yolcuları diğerlerinden ayırmış, çoğu İsrail’de hapiste olan elli terörist salıverilmezse, bunları tek-tek ‘infaz’ edeceğini bildirmişti.
4 Temmuz sabahı, tüm dünyanın medyaları ‘flaş’ bir haberle çalkalandı: “Bir İsrail birliği, tehlikeli bir kurtarma operasyonu düzenleyerek, rehineleri kurtarmış… operasyon sırasında İsrailli bir subay ölmüştü.”
Bibi, haklı olarak telaşa kapılmıştı… Ağabeyi Yoni (Yonatan Netanyahu), büyük ihtimalle, komando birliğinin başındaydı ve olasıydı ki, haberlerde sözü geçen ‘subay’ oydu…
Bibi, kötü haberi kardeşi İdo’dan öğrendi… Korktuğu gerçekleşmişti… Ölen subay, Bibi ve İdo’nun ağabeyleri Yoni’den başkası değildi.
Bibi Netanyahu, vakit kaybetmeden, Cornell’de ders veren babası ve annesine gitmesi gerektiğini düşündü… Anne ve babası, oğullarının öldüğünü haberlerden öğrenmemeliydiler.
***
Yoni’nin cenazesi, İsrail’in ünlü devlet adamları ve Yoni’nin askerleriyle hıncahınç doluydu… Şimon Peres, Yoni’nin cesaret, zeka ve savaştaki soğukkanlılığını öven bir konuşma yaptı.
Sonradan, Yoni’nin adını anmak için Yonatan Harekâtı (Mivtsa Yonatan) diye adlandırlılan Entebbe Operasyonu, özet olarak şöyle gerçekleşmişti:
Kurtarma uçakları, ışıkları sönük olarak, Entebbe’ye inmiş… Yoni Netanyahu’nun da içinde bulunduğu Hercules uçağının arka kapısı açılmış… İdi Amin’in Mercedes limuzininin bir benzeri çıkarılmıştı.
Uganda diktatörünün başkanlık bayrağını taşıyan Mercedes’i, İsrailli askerlerle dolu iki Land Rover takip ediyordu. Konvoy, yolcuların rehine tutulduğu eski terminale yöneldi.
Terminalin girişinde, iki Ugandalı nöbetçi, konvoyu durdurdu… Yoni, susturucu takılmış silahıyla, askerleri vurdu. Birlik, sessizce eski terminale yürüdü.
Bir asker, önde giden komutanları Yoni’nin vurulduğunu bağırdı…
Yoni’nin emri kesindi: Önce rehineler kurtarılacak, yaralılarla sonra ilgilenilecekti.
Askerler, fırtına gibi terminale daldı…İbranice ve İngilizce olarak rehinelere, “Yere yatın!… biz İsrailli askerleriz!” diye bağırdılar.
Çatışma bittiğinde, tüm teröristler öldürülmüş, rehineler alelacele uçaklara bindirilmiş… Ve sıra Yoni ile ilgilenmeye gelmişti.
Yoni, kolundan ve göğsünden vurulmuştu. Uçaktaki doktor ekibi, umutsuzca Yoni’yi hayata döndürmeye çalıştılar… Tarihin en cesurane kurtarma operasyonunun komutanı Yoni Netanyahu ölmüştü.
***
Lübnan, 1982
Yıllar süren terör saldırıları ardından, Birleşik Krallık Büyükelçisinin vurulması, ‘bardağı taşıran damla’ olmuş… İsrail, ordusunu FKÖ’nün bir ‘mini terör devleti’ haline getirdiği, Güney Lübnan’a göndermişti.
Ordu, Beyrut’a ulaşmış, Filistin Kurtuluş Örgütü karargahını kuşatmış, Yaser Arafat ve FKÖ liderlerini Lübnan’ı terketmeye zorlamıştı.
ABD’deki haber yorumları felaketti… Medya, işgale neden olan terör saldırılarını görmezden gelmiş, akşam haberleri, sadece Lübnanlı ‘sivil zayiatından’ söz ediyordu.
ABD büyükelçi yardımcısı olarak, Bibi’nin kamuoyunu etkilemesi, gazetecileri bilgilendirerek, Amerikan politikasını İsrail lehine çevirmesi gerekiyordu.
Teorik olarak ‘hiç kimsenin inandığı değişmez…’ gibi düşünülür ama, pratikte kişileri etkilemek mümkündür. Yapılması gereken, doğru bildiğin söylemi tekrarlayıp durmaktır… ‘Karşı taraf’ senin argümanlarını kendisininkilermiş gibi tekrarlamaya başlayınca, etkilenme gerçekleşmiş demektir.
İsrail’e atfedilen bir saldırıda kolları kopmuş Lübnanlı küçük bir kızın fotografını görünce, Başkan Reagan hiddete kapılmıştı… Olayın gerçekliğinden kuşkuya düşen Bibi, askeri istihbarata haberin doğru olup olmadığını sordu…
Yanıt, kısa zamanda geldi: Kızcağızın kolları filan kopmamış… ve bir İsrail değil, FKÖ saldırısında yaralanmıştı… Bibi, aldığı haberi ve kanıtlarını hem basına, hem de Beyaz Saray’a sundu.
***
Sabra - Şatila
Lübnan Savaşının en zor anı, 16 Eylül 1982’de gerçekleşmişti. Hıristiyan ‘Falanjist’ milisler, bir mülteci kampını basıp yüzlerce Filistinli’yi katletmiş… İsrail -ve Savunma Bakani Şaron- katliamı yönetmekle suçlanmıştı.
Ariel Şaron, falanjistleri desteklemiş ve silahlandırmıştı… Ama bu ya da başka bir vahşeti gerçekleştirme talimatı vermemişti.
Kibarlığıyla ünlü Begin, Bibi’ye telefon etti. “Bay Netanyahu, lütfen bir kalem-kağıt alıp söyleyeceklerimi not eder misiniz?” Sonra da, Washington Post ve New York Times’da, yayınlanmasını istediği “Kan İftirası”1 başlıklı bir yazıyı dikte etmeye koyuldu.
Yazının yayınlanmasına rağmen, protestolar devam etti. Kalabalık kitleler, Tel Aviv dahil birçok metropolde yürüyüş yaparak Şaron’u ‘Beyrut kasabı’ olmakla suçladılar.
İsrailli asker ve generallerinin olaya bulaşmadıklarını bilmesine rağmen Begin, Yüksek Mahkeme üyesi bir hakimin başkanlığında, bir soruşturma komisyonu kurdurdu.
Bu arada Bibi, ABD’de profesyonel yazarlara, ‘köşe yazıları’ yazdırıyor ve İsrail konsoloslarının bunları imzalamasını sağlıyordu…
Şubat 1983’te soruşturma komisyonu, “İsrail’in Sabra-Şatila katliamına herhangi bir katılımı olmadığına, Şaron’un ise katliamı öngöremediği için, görevden alınması gerektiğine” hükmetti.
Şaron görevden alındı… Bibi’nin kardeşi İdo, bir makale yazarak Ariel Şaron’u savundu, ‘komisyonun’ kararını şiddetle eleştirdi.
---
1 Matsa’ya Hıristiyan kanı katıldığı iftirası.