Bilerek ayrı yazdım soyadını… Çünkü bu, onun için çok doğru bir tamlama… Bu iki sözcüğün gerçek anlamını o tamamlamış meğer… Bilememişiz... Soyadı deyip geçmişiz belki, kim bilir...
Tolga, bu soyadını sonuna kadar hak ederek yaşayacakmış meğer sonsuza kadar… Soyadı gibi aydınlık, parlak, tertemiz, su gibi bir adamdı Tolga… Işığını güneşten almış en beyaz, en saf, en güzel yıldızdı dünya için…
Tolga, benim okul müdürümün oğlu… Annesi, müdürüm oldu ama aynı zamanda bana da ikinci anne oldu ve bu iki sıfatı sağlam bir şekilde birbirinden ayırmasına rağmen neredeyse yerden yere vurulduk zamanında… Şikayetler, hazımsızlıklar, kıskançlıklar… Ama ne yaparlarsa yapsınlar, biz hem Tolga’yla hem de kız kardeşi Gökçe’yle kardeş olmuştuk bir kere… Hesap mı verecektik beğenmeyenlere! Vermedik tabii… Tolga, Gökçe, ben ve Semoş hep beraber gezdik Beyoğlu’nda, Cımbız’da, sonra onun açıp işlettiği Baykuş’ta… Sonra ne olduğunu bilmeden heyecanla beklediğimiz yeni yüzyıla beraber girdik. O, gazeteciliğe çoktan başlamıştı da ben onu Elele dergisinde “Yazarsızarsız…” sayfasında okumaya başlamıştım. Hayatı, aşkı, sevgiyi, korkuyu, beklentileri sınırsızca ve kendince sorgulayan, sorgularken düşündüren yazılarını her ay sabırsızlıkla beklerdim. Dedim ki bir gün ona: “Yazar sızar mı bu başlık; yoksa yaz, arsız arsız mı?” Hangisini istersen cevap o, dedi. “Yazar, hem en derine sızar hem de isterse arzsız arsız yazar…”
Zaman geçti Tolga, babasını kaybetti hem de yarım saat içinde, yüksek tansiyonun sebep olduğu beyin kanamasından… Tolga, bir anda ailenin reisi olmuştu daha otuzuna gelmeden… Annesinin deyişiyle, çizginin öbür tarafına bir saniyede geçmişlerdi ve hayat bir daha asla aynı olmamıştı… Ama Tolga, sükunetle, içinde fırtınaların en büyüğü kopsa da olanca sakinliğiyle aileyi ayakta tutmayı, hayata tutunmayı başarmıştı. O dönem âşık da oldu. Hayatını, aşkıyla birleştirmeye karar verdiğinde bana, nişan törenimizde yüzüklerimizi sen tak, bu sürecin en doğu şahidi sensin, demişti. Uzun sürmedi beraberliği ama o, her zaman kendi için, hayatındaki herkes için, her koşulda; bağlayıcı, sarıp sarmalayıcı, tedavi edici, yapıcı, çözüm odaklı bir adam oldu.
Tolga; iyiydi, iyi! Çok iyi…
İyi sözcüğünün sözlükteki karşılığı gibiydi.
Muhteşem bir altyapısı vardı… Gazeteciydi, psikologdu, müzik eleştirmeniydi, dergiciydi, gazeteciydi, editördü; dosttu, omuzdu, sağlamdı, insandı, komikti, yol gösterendi, iyi dinleyendi, iyi anlayandı; az konuşan ama sevdiklerinin hayatına doğru zamanda çok güzel bir şekilde dokunan bir adamdı…
Onu yazarken isim cümlelerini geçmiş zamanda kullanmak, bana nasıl ağır geliyor; bilemezsiniz! Bu yazıyı nasıl yazdığımı da ben bilemeyeceğim galiba, seneler geçse de…
Bir sabah okuldan bir arkadaşımın mesajıyla uyandım: “Semra Hanım’ın oğlu, beyin kanaması geçirmiş, haberin var mı?” diyen… İnternet belasına adını yazmam yetti, en olmayacak fiili okumam için: “Tolga Akyıldız, hayatını kaybetti.”
Okudum, okudum, okudum… Kaç kere okuduğumu bilmiyorum bu cümleyi… Hayat kaybetmek, ileri yaşların sonunda olurdu ya hep biz çocukken! Hani hep böyle olurdu! Okuduğum cümle, zihnimin kenarında bir yerlerde asılı kaldı.
Hâlâ asılı…
Sonra hayat aktı, olması gerektiği gibi görünürde… Yapılması gerekenler, söylenmesi lazım gelenler… Herkes Tolga’ya, Tolga’nın yapacağı gibi bir şeyler yapmaya çalıştı. Bütün sevenleri bir araya geldi, eş zamanlı olarak veya ayrı zamanlarda… Onun güldürdüğü gibi güldürdü gelenleri, sonra onu düşünerek beraber ağladı… Onun gibi düşündürdü…
Zihnimde asılı kalana değil, asıl olana bakmayı seçiyorum ben: Tolga’ya bir sıfat daha bulmaya kalsam asıl, derdim ardından gelecek isimlerden önce…
Asıl dost,
Asıl abi,
Asıl evlat,
Asıl insan…
Nefesin durması, bu aslolanları alıp götürmez.
Aslında ölüm diye bir şey yok, bilinmeyen bir zamansızlıkta, bir devam var … Zamansızlığın; o, bilinmeyen, görülmeyen tarafı bizi bitirse de gideni asla bitirmiyor…
Bugün Tolga’nın doğum günü… Onun elli yaşını kutluyoruz uzak-yakından… İyi ki doğdun Tolga! İyi ki var oldun da “iyi” ne demek, yeniden anlattın dokunduğun herkese…
Dünyaya senin gibi insanlar geldiği sürece hayat için hep bir umut var olacak. Işıklar sana yol göstermez, ışıkları önüne sen çoktan katmışsındır, ben biliyorum…
Söylemiş miydim bilmiyorum ama arkadaşım: Seni çok seviyorum…