Oslo’daydım. Bir park düşünün ki, 214 tane çıplak heykel sergileniyor. Gustav Vigeland’ın ömrü boyunca tasarladığı bu granit ve bronz heykellerde ilk gençlik, yetişkinlik, yaşlılık gibi yaşam evreleri ve neşe, hüzün, kızgınlık, kıskançlık gibi duygular capcanlı çıplaklıkla size sesleniyor. Kimisinde öfkeyle havaya kalkan bir el, kimisinde hayatın ağırlığını omuzlarında taşıyan genç, torunuyla konuşan dede ya da annesinin sırtına binmiş saç örgüsünü eğer yapmış oynayan çocuklar var. Dostluk var, sımsıkı sarılmalar var. Parkın hiçbir bayağılığı yok. İlk şaşırmam burada oldu, kendi canım ülkemde böyle bir parkın tasarlanması bile söz konusu olamazdı, o ayrı, ancak korunması ve karşı çıkanlar tarafından yağmalanması da çok doğal olurdu. Toplumun genel algısına, örf ve adetine, ahlaki duyarlılığına aykırı bulunurdu. İzmir metrosunda ‘Müzisyen’ adlı ahşap heykele balyozla yapılan saldırıyı hatırladım…
İkinci büyük hasetim, şehrin tamamında, gerek bankalar, gerek konsolosluklar gerekse bütün işyeri ve konutlara Pride ayına olan saygıdan LGBTE bayrağı çekilmiş olmasıydı. Bunda da hiçbir aşırılık yoktu. Bir hastalık veya anomali olarak algılanmayınca LGBTE bir konu başlığı olmaktan çıkmış. Bir tür milli bayram gibi saygıyla tanınmış. Benim canım ülkemde ise yıllardır yasaklanan Onur Yürüyüşü bu yıl da tehdit altında. Hatta geçtiğimiz hafta Beksav’ın gösterime sokmak istediği Pride filmini izlemeye gelenler göz altına alındı. Sadece film izleyeceklerdi halbuki…
Hüzünlerim devam ediyor… Havası denize girmeye yeteri kadar müsait olmayan Oslo’da en ufak bir güneş açma durumunda şehrin orta yerinde Opera Sarayının önündeki hafif çimlikli alanda yüzlerce insan denizle kucaklaşıyor, denizin ortasında abstrakt bir heykel, sala yüzen güneşlenen gençler… Artık burada karşılaştırma yapmaya gerek yok, hepimiz aynı sahilleri gözlemliyoruz…
Opera Sarayı’na girdim, Cosi Fan Tutte adlı Mozart eserini modern kültüre uyarlanmış olarak izledim. Her izleyicinin önünde kendine ait tercüme ve alt yazı ekranı var, futbol stadyumlarındaki localar gibi. Ama burada her izleyici için var. Sahnede dev boyutlu alt yazı ekranı çok ülkede gördüm, ancak her izleyiciye ayrı ekran konması beni mest etti, acaba yeni AKM’de bu uygulama var mı diye baktım yokmuş…
Ve gelelim Edward Munch’un ünlü ‘Çığlık’ eserine. Sergilendiği müzede sürpriz saatlerde üç eser sıra ile perdenin arkasında belirip sonra kapatılıyor. Aynı anda, ülkemde, uzak kaldığım kısacık zaman diliminde Çığlık gibi çığlık atma isteğine neden olan gelişmeler oluyordu.
Kur yukarı gidiyor. Kurun yukarı gitmesinden memnunluk duyulması gerektiğini düşünen ihracatçılar bunu slogana çevirmiş. Ülke parası değer kaybederse ihracat ucuz hale geleceği için artar, ithalat ise pahalı hale geleceği için azalır. ABD gibi ülkeler için bu geçerli bir hipotez. Ancak ihracatın artışını destekleyen diğer koşulların da kurdaki rekabetçiliği desteklemesi gerekir.
Ayrıca seçim öncesi, USD bazında anormal yüksek faiz getirisi ile KKMler yapıldı. Bankalar büyük bir geri ödeme yükünün altındalar. Şu anda kurun yukarı gidiyor olması, KKM stokunun maliyetini yükseltiyor.
Kısacası… Ben gezerken içtiğim gazsız suyun fiyatı her gün arttı… Ben çığlık atmadım, sadece gözlemledim. Ve kendi canım sahillerimde denize ayağımı sokmak için yine gün saydım…