Deneme türü bir bakıma kendimle yaptığım söyleşilerdir benim için. Nasıl ki arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bir konunun içeriğine bağlı kalmadan söyleşimizi sürdürüyorsak, yazarken de öyle olmaya çalışıyorum. İşin içine olaylar, insanlar, etkilendiğim yazarlar, duygular, düşünceler de girebiliyor. Bana göre deneme yazılarıma, her biri farklı bir renk, değişik bir ses katabiliyor. Her ne denli bir konuya odaklanıp yazıyorsam da kalemimi özgür bırakarak düşündüklerimi dile getirdiğimde ayrıca bir tat aldığımı söylemeliyim. Nitekim Salâh Birsel, deneme için yazının tadı çıkarılarak yazılan tek tür olduğunu söyler. Öyle ki, “denemelerin kahve söyleşileri gibi daldan dala konmasını ya da başladığı yerde değil, başlamadığı yerde bitmesini” sever. Belki de bu yüzden onun yazarken aldığı tadı, biz okurken de alabiliyoruz.
Birsel’in söyleşilerinde anılar, günlük yaşamdan görüntüler, düşünsel yaklaşımlar kadar, ünlü yazarlardan alıntılar, öyküler de yer alır. Diyelim ki bir yazısında dostluktan söz ediyor. Onun Fırıldak Şarkısı başlıklı denemesine bir göz atacak olursak, bir yerinde şöyle diyor: “Ben dostluktan çok dostluk sözünden irkilirim.” Sonra da ünlü düşünür Sokrates’in şu sözünü örnek gösterir: “Dostlarım, dostluk diye bir şey yoktur.” Yazının devamında Ahmet Paşa’nın öyküsünü anlatır. Osmanlı’da, Sultan İbrahim’in baş vezirlerinden olan Ahmet Paşa gözden düştüğünde dostları da hemen ona sırtlarını dönmüş, ilişkilerini kesmişler. Yazar, bu örnekten yola çıkarak kıssadan hisse okura şunu söylüyor: “Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur. Şeytanın yattığı yeri bilenlerin vardır, elifi mertek sananların yoktur.”
Her deneme yazarını aynı kalıplar içinde değerlendirmediğimiz gibi, her birinin konulara yaklaşımı farklıdır. Belki bu türün güzelliği de onun bu özgünlüğünde ve özgürlüğündedir. Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Melih Cevdet Anday, Nermi Uygur, Suut Kemal Yetkin, Bilge Karasu gibi denemelerini sevdiğim onlarca yazarı okuduğumda hepsinden farklı birer tat aldığımı söylemek isterim.
Sokrates bir konuşmasında, “Bakalım söz bizi nereye götürecek” der. Aslında bu bilge kişinin sorularıyla sözü her zaman kendi istediği yöne saptırmış olduğunu biliyoruz. Oysaki bizim gibi sıradan insanlar için bu söz farklı bir anlam taşıyor. Arkadaşlarla söyleşilerimizde birbirimizi etkileyerek, kışkırtarak yeni düşüncelere yelken açıyor, yeni bilgilerle varsıllaşıyoruz. Denemelerimi de benzer bir yaklaşım içinde yazdığımı söyleyebilirim. Bir farkla ki, arkadaşlar arasında olduğumuz gibi onaylanma kaygısı içinde değilim! Ben denemelerimi paylaştığımda, okur bunları beğenir ya da beğenmez. Ortaya koyduğum düşüncelere katılır ya da katılmaz. Benim için önemli olan, bir şeyi kanıtlamak değil, okurları sorgulamaya yöneltmek kadar, okuma süreleri içinde keyifli bir zaman geçirmelerini sağlamaktır.
Antik Yunan düşünürü Epikür’ün bir sözünü de araya sıkıştırmak istiyorum: “Değersizdir sözleri, hiçbir derde derman olmamış filozofun.”
Sözlerimin hiçbir derde derman olamayacağını bildiğimden zaten değerli görmüyorum. Bu yüzden yola nasıl çıktımsa, devam ediyorum.
Söz nereye götürürse!..