Haziranın ilk haftasında geleneksel ‘çarşamba buluşmaları’nın bahar dönemindeki son oturumunu gerçekleştirdik. Çağrı Erhan, Erhan Aslanoğlu, Işın Çelebi ve bendeniz, Melis Kobal'ın moderatörlüğünde küresel ve ulusal gelişmeler ışığında ekonomiyi konuştuk.
Elbette meseleye Çin-ABD çekişmesi ile başladık. Aslında son on yıldır herkes Çin'in küresel güç açısından doğruya doğru bir eksen kayması için çalıştığını, ABD'nin bunu önlemek için hamleler yaptığını konuştu durdu. Küresel Güç olabilmek için her şeyden önce dünyaya medeni fikirler sunabilmek gerekiyor.
Çin'in insan hakları ve demokrasi açısından sunabileceği bir şey yok. Çağrı Erhan Hoca'nın yaptığı konuşmada şu cümlesi çok önemliydi: "Çin'in her yıl ABD gibi açıkladığı bir insan hakları raporu yok. Tam tersine iş birliği yapmak istediği ülkelerde demokrasi, insan hakları, adalet vs gibi unsurları aramadığı ortada." Bu oldukça net ve çarpıcı gerçeğin anlattığı bir başka hikaye şu: Çin, işbirliği ve para kazanma vaadi verdiği ülkelerdeki hukuksuzluğu, otokrasiyi veya başı bozukluğu da fonlamakta. Elbette bu fonlama karşısında her kıtada etkinliğini artırıyor, hem de para kazanıyor.
Işın Çelebi Çin'in ekonomik sistemini ‘devlet kapitalizmi’ olarak tanımladı ki, bence haklı. Ayrıca Çin, daha önceki yazılarımda dikkat çektiğim devlet kapitalizminin genişlemesi riskinin ana unsuru olarak karşımızda duruyor. Tüm bunlar siyaset ve diplomasinin, ekonomik büyüklükler üzerindeki etkisini anlatıyor.
Erhan Aslanoğlu Hoca ve ben, siyaseti gayet iyi bilen iki kıymetli ismi dinlerken dolar ve faiz üzerine konuşmak yerine, biz de işin felsefesine girmeye karar verdik, "neticede ekonomik gelişmeler siyasi iradenin tercihine göre seyrediyor" diyerek detaylı şekilde anlattık. Türkiye bu şartlar altında kendine bir yön bulmaya çalışırken, seçtiği ekonomik modelin bu arayışa göre belirleneceği aşikar. Ancak, Çin gibi davranacak ise kuruluş felsefesine muhalefet edecek demektir. Eğer Avrupalılar gibi davranacak ise, ilk önce sosyal barışı sağlaması gerekir. Siyaset genellikle kolayına giden ne varsa tercihini o şekilde kullandığı için önümüzde bizi bekleyen oldukça zor bir dönem olduğunun altını çizmek istiyorum.
Çin ve destek vermeye karar verdiği Rusya'nın yanına bir de Hindistan eklenirse, Çağrı Hoca bunun oldukça tehlikeli sonuçlar yaratabileceğini ifade ederken, Işın Hoca "Türkiye'nin AB ile müzakereleri tekrar canlandırmak ve hızlandırmaktan başka çaresi yok" dedi. Tecrübeli siyasetçi ve akademisyen Çelebi, Çin-Rusya-Hindistan üçlemesinin dünyaya kafa tutması ile beraber, Türkiye'nin aklının çelinebileceğine dair endişeler taşıdığını bu cümleyi iki defa tekrar etmesinden anladım.
Elbette Erhan Hoca ile bana "KKM ne olacak?" ve "Rasyonel politikalar uygulanacak mı?" sorusunu cevaplamak kaldı. Açıkçası KKM ile ilgili söylenecek pek bir söz yok. Ya başka bir enstrüman ile ikame edilecek ya da tarih sahnesinden 2-3 yılda çekilecek. Ancak rasyonel politikalara dönüş konusunda "başka çare yok" demenin yanında, her şeyin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesine bağlı olduğunun altını çizmek istedik. Düzenleyici Otoritelere atamaları "kurtarıcılar geldi" şeklinde lanse edilmesinden rahatsızlık oluştuğu belli. Eğer "kurtarmak" fiili kullanılıyorsa, demek ki başı dertte olan bir ekonomi var demektir. Bu söylem bugüne kadar uygulanan ne varsa yanlış olduğunu, uygulayanların da yanlış yaptığını işaret eder ki, kolay kolay kabul edileceğini pek sanmıyorum.
Tabii, yazının başından beri belirttiğim konulara bakarak "Ne dövizi ne enflasyonu, Türkiye'nin küresel güç olup olmayacağı daha önemli" diyenler olacaktır. O zaman küresel güç olmayı parçalara ayırmak gerektiğini hatırlatmak zorundayım. Popüler kültür, sanat, spor, eğitim, diplomasi, adalet, özgürlük, sağlık, refah gibi konularda küresel güç olmak demek ‘soft power’ olabilmek demektir. Sadece askeri güçle küresel güç olmaya kalkar isek, bu sefer Cumhuriyetin Kuruluş felsefesi ile uyumsuz bir yolu seçeceğiz. Barış refah yarattığına göre, savaş gücü için tüm kaynakları seferber etmek vatandaşın refahını düşürecektir.
Türkiye'nin seçeceği yolu hem akılcılık hem de sahip olduğu kaynakların idraki içinde belirlemek en doğrusu. Mustafa Kemal Atatürk'ün bu yolu 100 yıl önce en doğru şekilde belirlediği anlaşılıyor. Aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.