1-Putin’in Ukrayna üzerine saldığı savaş ve işgal bundan böyle iktidarının karakterini belirleyecek, ileride hep onunla anılacak. Hatta giriştiği kanlı eylemler yüzünden savaş suçlusu sayılacak. Ancak şu bir gerçek ki vahşet Rus halkının da üzerine yapıştı ve Putin, şu veya bu şekilde gitse dahi, bu lekeyi çıkartmak kolay olmayacak.
2-Putin’in yürürlüğe soktuğu değişiklikler öylesine kılcala sirayet etmiş durumdaki, bunun geniş bir uzlaşı olmadan başarılması mümkün değil. Ülkenin elitlerinden tutun liberal kanada uzanan farklı toplumsal gruplar dahi Ukrayna’daki vahşeti satın almış durumda. Sınırların ötesinde, kendi konfor alanlarından uzakta olup bitene yabancı olanların umursamazlıkları, milliyetçi çevrelerin Rusya’nın emperyal tarihine olan özlemleri, esas itibarı ile bu mutabakatta birleştirmiş ülkeyi. Batı ile olan ilişkilerini ise öyle bir dinamitlemiş ki, kendisinden sonra gelip bunları yeniden inşa etmek isteyecek bir lidere fazla bir hareket alanı bırakmamış.
3-Putin’in, istisnai durumlar dışında kamuoyundan aldığı destek, erki salsa dahi iktidarda kaldığı yıllar için kendisinden hesap sorulmayacağının teminatı gibi duruyor. Dolayısı ile sorun artık yalnızca Putin değil. Her ne kadar Ukrayna’da yaşananların sorumluluğu doğrudan onun omuzlarında yükseliyorsa da, kendisini bu yolda destekleyen halkı da göz ardı etmemek gerek.
4-Toplumun değişik katmanlarının tek sesliliğe itilmesinin bir nedeni de hiç şüphesiz, ülkede Stalin’den bu yana en baskıcı rejimin iş başında olması. Destekçi kesimlerin, Rusya’nın liberal düzenle tanıştığı 1990’lardan itibaren iş hayatına atıldıklarını, gelişmek için zaman zaman – son dönemlerde sık sık – Kremlin’le yakınlaşmak durumunda olduklarını, Rus ekonomisine yön verdikleri şu son yıllarda, Putin’in yanında olmaktan başka çareleri kalmadığını ifade etmek gerek. Aslında, bu günlerde Kremlin’in de onlardan başka şansı yok…
***
Putin ile Rus halkı arasındaki ilişkinin niteliği kamuoyu yoklamalarında da kendisini gösteriyor. Foreign Affairs dergisinde Eugene Rummer[1] imzasıyla yayınlanan bir makaleden aşağıdaki rakamları alıntıladım… Halen faaliyette olan tek bağımsız Rus anket firması Levada Center verilerine göre Putin’in onay oranı yüzde 82. Mayıs ayı içinde yapılan bir araştırmaya göre, görüşüne başvurulanların yüzde 43’lük bir kısmı Ukrayna ile olan savaşı kesinlikle onaylıyor. Yüzde 33’lük bir kesim ise çekimser kalmaktansa onayladığını belirtiyor. Dahası savaşa devam diyenlerin oranı yüzde 48, savaşa son verelim ve Ukrayna ile görüşmelere başlayalım fikrinde olanlar ise yüzde 45.
Her ne kadar Rusya’da böylesi anketlerin güvenirliliği konusunda şüpheler varsa da, sonuçların, savaş süresince gözlenen kamuoyu eğilimini doğru yansıttığını söylemek yanlış olmaz. Rusların çoğunun yoğun ambargolara rağmen ekonomik sıkıntılara maruz kalmadıklarını, 2022 Eylül’ünde ilan edilen seferberliğin dahi toplum tarafından zaman içinde unutulduğunu belirtmekte fayda var. Zaten toplumsal unutma hali otokrasi için şaşmaz bir destek oluşturuyor.
Batı basınına savaş karşıtı olarak düşen protestoların ise genelde ordunun yetersizliğini hedef aldığını, işgale karşı öfkeyi dile getiren az sayıda gösterinin ise şiddetli bir şekilde bastırıldığını kenara yazmak gerek. O zaman? O zaman, Çarlıktan sarkıp Sovyet modelini aşarak bugünlere gelen mirasın alıcı bulduğu bir gerçek.
Putin’in hasta olduğu ve yerini belli bir sürede devretmesi gerekeceği söyleniyor. Doğru veya yanlış bu gibi dedikodular yeni değil ve güvenirliliği belgelenmemiş iddialar. Burada esas olan gerçek halkın geniş çoğunluğu tarafından desteklenmesi, ülkesinin geniş kaynaklarını en iyi şekilde kullanmayı bilen yetkin bir kadroya sahip olması ve kendisini tüm olumsuzlukların uzağında, kapalı kapılar arkasında tutmayı bilmesi…
Bir de ordusunun tüm başarısızlıklarına, halkını sürüklediği sıkıntılı duruma rağmen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde tuttuğu veto hakkı ile uluslararası alanda her tür yaptırıma veya cezaya karşı bağışıklık kazanmış olması.
[1] Euegene Rumer, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, Rusya ve Avrasya Programı Direktörü