Fransa belleğimize tarihin akışını değiştiren meşhur 1789 Fransız İhtilaliyle kazınmıştır. Ancak dünyanın akışını bu denli değiştiren Fransa, bugünlerde çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. Dünyanın devrimlerine ve Fransa’nın bugün yüzleşmek zorunda kaldığı ya da kalacağı durumlara şöyle bir göz atalım.
Dünya 18. yüzyılın sonuna iki büyük devrimle girdi. Bunlardan ilki 13. Koloni’nin Britanya İmparatorluğu’na açtığı bağımsızlık savaşıyla başladı ve kolonilerin bağımsızlıklarını kazanarak Amerika Birleşik Devletleri’ni kurmalarıyla sonuçlandı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı adını alan bu savaş, Amerikan Devrimi olarak Amerika kıtasının sınırlarını epey aşan sonuçlar doğurdu. Demokratik bir cumhuriyet fikri, güçlü bir biçimde, ilk kez ortaya çıktı. Ortaya çıkmakla kalmayıp, somut bir örneğin üzerinde yükseldi. 1776’da yayınlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde saptanan görüşler ve tanınan haklarsa, son derece sınırlı olmalarına karşın, günün koşulları içinde, insanlık açısından çok önemli adımlar olarak tarihe kazındı.
Amerikan Devrimi, Avrupa’da filizlenen ‘Aydınlanma’ düşüncesinin, ilk önemli siyasi zaferi olmuştu. Ancak Aydınlanma düşüncesinin asıl zaferi, 1789 yılında patlak veren Büyük Fransız Devrimi’yle geldi. Fransız Devrimi, deyim yerindeyse, bütün dünyayı kasıp kavurdu. ‘Eski düzen’ Fransız Devrimi’nin önünde duramadı; yerini, egemenlik hakkının ulustan alındığı, yönetilenlerin yönetenleri denetlemesine olanak tanıyan, bireyler arasında hukuksal ve siyasal eşitliği öngören yepyeni bir düzene bıraktı. Bu düzenin temel ilkeleri Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde toplu olarak ifade edildi. Fransız Devrimi’nin ilkeleri Napolyon Savaşları sırasında bütün Avrupa’ya yayıldı; Avrupa kıtası 19. yüzyıl boyunca Fransız Devrimi’nin artçılarıyla sarsıldı.
Devrim olgusu, 20. yüzyıla da damgasını vurdu: Yeni yüzyıl Meksika Devrimi’yle açılmıştı. Rus Çarlığı, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1917 Rus Devrimi’yle yıkıldı; Rusya’daki yeni düzen Sovyetler Birliği çatısı altında yapılandırıldı. 20. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran bir başka devrim de Türk Devrimi kapsamında yaşandı. 20. yüzyılın izleyen dönemleri de dünyanın dört bir yanında patlak veren devrimlere konu oldu...
Bastille'in fırtınasıyla başlayan 1789 Devrimi sırasında, Fransız işçiler vergiler, ekonomik eşitsizlik ve ülke yöneticilerinin iletişimden koptukları algısı nedeniyle ayaklanmıştı. Genetik kodları Fransızları, kendilerine Sarı Yelekliler adını veren grupların başlatmasıyla 2018’in aralık ayından yeniden şiddetle alevlendirdi. Başkan Emanuel Macron, Fransız vatandaşlarının isyankâr eğilimlerini yeniden alevlendirerek aynı kıvılcımı ateşledi. Fransa'da monarşinin yerini demokrasi almış olsa da kitlelerin algılanan eşitsizliğe karşı öfkelerini Paris sokaklarına taşıma geleneği hemen hemen aynıydı.
55 yıl önce, Sorbonne Üniversitesi öğrencileri statükoya meydan okumak için barikatlar kurdu. Yetkililerin protestocuları bastırmak için kullandığı şiddet Fransız işçileri sokaklara döktü ve sonunda 9 milyona ulaşan 1968 Hareketi Fransa'yı dize getirdi. O dönemin bu büyük ayaklanması, asgari ücrete yüzde 35, maaşlara ise yüzde 10 zam yapılmasıyla sonuçlandı. Ancak olaylar, ertesi yıl görevi bırakan Başkan Charles de Gaulle'ün meşruiyetini baltaladı. Kitlesel gösteriler ayrıca Fransız hükümetini 1986'da üniversite seçim sürecinde reform yapma planlarını, 1995'te toplu taşıma işçileri emekli maaşları reformunu ve 2006'da yeni üniversite mezunları için daha düşük bir ücret ölçeği getirme planlarını terk etmeye zorladı.
Ancak Nahel Merzouk’un öldürülmesiyle alevlenen olayların bambaşka bir arka planı var.
2020-2021'deki göstergelere göre Fransız nüfusunun yüzde 10’u göçmen. Bu oran Paris'te yüzde 20'ye ve mesela başkentin bir banliyösü olan Seine Denis'de yüzde 32'ye ulaşıyor. İstihdam açısından da maalesef nüfusun geri kalanına kıyasla açık bir dezavantaja sahipler. Fransa, 5,7 milyon Müslüman nüfusuyla Avrupa’nın en büyük İslam toplumuna sahip. Ama İslam’ın değerleriyle yüzleşmekte de o denli zorluk çekiyor. Ve ne ilginçtir ki Fransa, yine bir başka devrime, İran İslam Devrimi’nin kurucusu Ayetullah Humeyni’ye de kucak açmış ve 1979’da İran’a dönerek devrimi başlatmasını sağlamıştı.
Mama Diakité, Paris’in banliyölerinde iki göçmen ebeveyn tarafından büyütülmüş, tesettürlü bir Fransız vatandaşı ve futbolcu bir genç kadın. Geçtiğimiz perşembe, ülkenin en yüksek idari mahkemesi Conseil d’Etats laiklik ilkesine uygun olarak, herhangi bir bariz dini sembol giyme yasağını onayladı. Diakité, “İnsan haklarının ülkesi olması gereken ülke tarafından ihanete uğramış hissediyorum, kendimi güvende hissetmiyorum çünkü kim olduğumu kabul etmiyorlar” diyor.
Fransa gibi demokrasi adına dünyada kartların yeniden dağıtılmasına neden olmuş bir ülkede bu karar büyük bir utanç ve şaşkınlık yaratıyor. İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, geçen hafta bir radyoda verdiği demeçte “Futbol oynadığınızda rakiplerinizin dinini bilmek zorunda değilsiniz” diyerek talihsiz açıklamalarına bir yenisini daha ekledi. Oysa bu tip mesnetsiz görüşlerin insanlık adına ‘ayrımcılığı, ırkçılığı, islamofobiyi’ beslemekten başka bir işe yaramayacağını biliyor olmalı. Maalesef, bizden öğrenecekleri çok şey olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Çünkü, şimdiye kadar sömürerek yönettikleri büyük coğrafyaların dini olan İslam ile yüzleşme zamanıdır, Fransa’yı bir medeniyet ülkesi olarak dünyaya hatmettirdiler ama ikiyüzlü, çifte standartlı anlayışlarıyla karşı karşıyalar. Asıl şimdi değişmek zorundalar…
Çok bilmişlikle, yargı dağıtmakla bu işlerin olamayacağını göreceğiz.
Kolay gelsin Fransa!!!